Medyada 2. Cumhuriyet > Erbakan ve Erdoğan arasındaki 7 fark

Erbakan ve Erdoğan arasındaki 7 fark
 
1930’lardaki ırkçı ve biraz da komik Türk Tarih Tezi’nden son otuz yıldaki Türk-İslâm sentezine uzanan sürecin en önemli siyasî aktörü Necmettin Erbakan vefat etti. 85 yıllık yaşamının ilk yarısı çok başarılı bir akademisyen, ikinci yarısı ise çok tartışılan bir siyasetçi olarak geçen bu önemli ismin ardından, günlerdir gazete ve televizyonlarda çeşitli yorumlar yapılıp, onun “badem gözleri”nden söz ediliyor. Ben de bu yazımı, izninizle biraz daha renklendirebilmek adına, eski öğrencisi Tayyip Erdoğan’la merhum Erbakan arasındaki yedi farkı bulmak üzerine bina etmek istiyorum…

Biri Kemalist ideolojinin eğitiminden geçen Birinci Cumhuriyet’in çocuğuydu; vakurdu. Diğeri bitmek bilmez kavgaların içinde büyüyen İkinci Cumhuriyet kuşağındandır. Bu farkı sakın küçümsemeyin, 1960 sonrası Türk psişesi, öncesinden çok farklıdır. O dönemin çocukları (1945-55 arası doğanlar) Üçüncü Dünya refleksleriyle, azgelişmiş ülke emareleriyle kendini ele verirken, Genç Türkiye’nin evlatları (1915-25 arası doğumlular) nesil itibarıyla gurur doludur. Bu yüzden Erbakan, şeriat ithalatçısı sanılsa da, gerçekte en az akranı Attila İlhan kadar “millici” biridir, Kıbrıs’ı kurtarmakla falan övünür; Erdoğan ise dünya dengelerini –o çok sevdiğimiz deyişle ‘konjonktürü’- dikkate alır. Bu yüzden Kıbrıs’ı “satmakla” itham edilir. “Hoca” Avrupa’ya düpedüz karşıdır; “Talebe” ise Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokmak adına çokça dil döker, anlaşmalar yapar, yasalar çıkarır.

Devam edelim… Biri ağır ceza hâkimi çocuğudur, devletlûdur, burjuvadır. Öteki Kasımpaşa çocuğudur, yırtık ayakkabı giymiştir. Biri akademisyen olmaya ailesince teşvik edilmiştir, öteki babası tarafından futbol oynamaktan bile alıkonmuştur. Biri makinelerle, bilimle fenle uğraşırken, öteki gündüzleri İETT’de çalışıp, gece yarıları afiş asarak tutunmaya çalışmıştır. Biri diesel motorlarla ilgili çalışmasıyla uluslararası patent sahibi olmuş, Devrim arabaları projesinde görev almış büyük bir mühendislik profesörü olacaktır nihayetinde; öteki, çok istediği Siyasal Bilgiler’de okuyamayacak; İktisat akademisinden sonra bisküvi çikolata ticaretiyle uğraşacaktır. Bunun da etkisiyle, biri mekanik düşünüp doktriner bir dünya görüşü geliştirirken, öteki pazarlığa açık, pragmatik bir anlayışa sahip olacaktır. Biri çok iyi İngilizce, Almanca ve Arapça bilmektedir; öteki ise “Next year inşaallah” diyecek kadar… Yine de işler tersten gelişecektir; biri Bangladeş’le, Pakistan’la, Nijerya’yla D-8’i kurarken, öteki, dünyanın sağcısıyla-solcusuyla işbirliği yaparak, dünyalılaşmaya çalışacaktır.

Bütün bunların sonucunda, kişisel birikimi itibarıyla daha nitelikli gözükmesine rağmen, “Hoca” uzun yıllar millete dil dökse de, bir yıllık iktidar için otuz yıl bekleyecektir; “Talebe”si girdiği her seçimi açık farkla kazanacaktır. Zaman içinde birinin şekillendirdiği hareket giderek parçalanırken, diğerininki sürekli olarak güçlenecektir. Bunun sebebi gayet açıktır: Biri “hoca”lığı ve “Ben ders almam, veririm!” anlayışı yüzünden zaman içinde çok kişiyi kendinden uzaklaştırmıştır; öteki, öğrenmeyi, sistemin işleyişini anlamayı becerebildiği ve tabii kantinci önlüğünü de, “gömlek”ini de çıkarttığı için, yeni çevreler/insanlar kazanmıştır.
Biri Havuz Sistemi ile kapitalist işleyişin Türkiye’deki işleyişini bozmuştur. Öteki son on yıldır Türkiye’yi tamamen kapitalistleştirme gayretindedir. Buna sol açısından bakarsak, Erdoğan’ın, proleter devrim için “yararlı kötü” veya “lüzumlu ‘öteki’” olduğunu söyleyerek teselli bulmak mümkündür. Devletçilik açısından ise, Erbakan çok daha tercih edilesidir, zira merhum sayesinde askerî-bürokratik odaklar diledikleri zaman bir “Laiklik elden gidiyor” şarkısı tutturup, fener alayları düzenlemiştir. Bu durum, Türkiye’deki çekirdek politik-psikolojik iktidarın, kendini pekiştirmesini her zaman kolaylaştırmıştır. Erdoğan döneminde yaşadıklarımızsa, “İrtica elden gidiyor” korku ve kaygısıyla yeni bir şeylerin aranmasına ve nihayet “demokratik faşizm”, “liberal faşizm” ve “sivil faşizm” gibi sosyal bilimlerin mantığını zorlayan post-modern kavramların türetilmesine imkân sağlamış ve devletteki “demokrasi, liberte ve sivillik korkusu”nu ortaya koymuştur.

Bu yüzden diyebiliriz ki, biri verilen muhtırayla (28 Şubat) “çekirdek iktidar”a karşı “pes” derken, diğeri (27 Nisan’a) “fıss” demiştir. Halk nazarında birinin kaybetmesinin, diğerinin kazanmasının sırrı büyük ölçüde buradadır. Buna, birinin Kaddafi’nin çadırında kaybettiği, diğerinin ise Davos’ta kazandığı prestiji de eklediğimizde, zeki, eğlenceli ve beyefendi bir kişilik olarak anlatılan Erbakan’la, sert, karizmatik, dobra bir kişilik olarak tasvir edilen Erdoğan’ın farkı ortaya çıkmaktadır. Listeye, Hoca’nın “fasafiso” dediği karanlık güç odaklarıyla mücadele konusundaki tavrı da dâhil edersek, halkın Erbakan algısıyla, Erdoğan imajı arasındaki farkı daha iyi anlayabilir, karşılaştırmanın sonuçlarına dair bir şeyler bulabiliriz.
Öyle sanıyorum ki, yakın tarihimizin siyasî liderleri arasındaki farklılıklar, Erdoğan’ın da sahneden çekilmesini izleyen yıllarda yapılacak bilimsel-ciddi çalışmalarla daha net şekilde ortaya konacaktır.
Hasan Aksakal, acikgazete.com
 
02.03.2011
Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız