Medyada 2. Cumhuriyet > Herkes zafer diyor bense hezimet görüyorum

Herkes zafer diyor bense hezimet görüyorum

Danimarka Başbakanı Rasmussen'e Türkiye'nin çekmiş olduğu uzun 'one minute' arzu edilen biçimde sonuçlanmış ve Türkiye zafer kazanmış.
Herkes böyle söylüyor. Çoğu insanın zafer dediği bu konuda ben büyük bir hezimet görüyorum.
Başbakan Erdoğan'ın Avrupa konusunda hiçbir nosyonu bulunmuyor. Zerre kadar anlamamış Avrupa ideasını. AKP, Avrupa Birliği yolunda adımlar attı diye ruhlarındaki tüm sevimsizliği ortaya döken sözde Türk liberalleri (siz bunu liberal faşistler olarak okuyabilirsiniz) Başbakanları'na Avrupa'yı anlatmamışlar.
Galiba benim bir kuşkum daha doğru. Avrupa Birliği'nden kendilerine neredeyse bir kariyer oluşturmuş sözde liberaller de Avrupa ideasını hiç anlamamış olabilirler.
Bu sevimsiz insanlar başka insanlarla sadece fikir ayrılığına düşmüyor, ondan kendileri için mutlaka bir düşman figürü yaratmak zorunda. Sadece bu bile Avrupa'yı hiç anlamamış olduklarını gösteriyordu zaten. Dolayısıyla Başbakan gerçek Avrupa ideasını kendisine anlatabilecek insanları etrafında bulamadı ve ne yazık ki tamamen yanlış anlamaya başladığı bu konuda utanç veren yanlışlar yapmaya başladı.
Danimarka Başbakanı ile ilgili yaşananlar bence Türkiye'nin büyük hezimetidir ve Avrupa ideasına gerçekten inanmış insanlar, bu olanlardan utanmalılar da...
Hatırlayalım nasıl başladı tüm süreç? Danimarka basınında peygamber ile ilgili hoş olmayan, gerçekten insanları yaralayan karikatürler çıkmıştı. Türkiye'nin Başbakanı, Danimarka Başbakanı'nın bu karikatürleri yayınlayanları uyarmasını ve  bir daha böyle işlerin tekrarlanmamasını sağlamasını istiyordu. Gayet tabii ki arzu ettiği cevabı alamadı ve Danimarka ile aramızda nerdeyse bir kan davası başladı.
'Avrupa'da sistem nasıl işler, basın özgürlüğü nedir, düşünce özgürlüğünün anlamı nedir, haklar ve özgürlükler nasıl koruma altına alınır?' Erdoğan bu soruları kendisine hiç sormamış galiba.
Meseleye Arap zihniyeti ile bakarsanız; çağırıverirsin tüm gazete yöneticilerini makamına, fırça çekersin, 'Bir daha hoşlanmadığım şeyler yaparsanız kellenizi uçururum' dersin, çözülüverir mesele.
Türk zihniyeti ile bakarsanız; o gazetelerin patronlarının farklı işleri varsa ilgili bakanlarını devreye sokarsın. 'Yola gelinceye kadar her türlü zorluğu çıkarın' talimatını verirsin. Bu da mı yetmedi; işi kılıfına uydurup birtakım para cezaları kestirirsin. Hatta bazı gazeteleri kendinden gördüğün işadamlarına devrettirmeye uğraşırsın. Her şeye rağmen hizaya gelmeyen gazetecileri kovdurursun filan...
Arap ve Türk zihniyetinin dünyasında işler oldukça kolay ama ne yazık ki Avrupa'da böyle yürümüyor.
Burjuvası devlet eliyle oluşturulmamış ve sınıf savaşları ile gelişmiş toplumlarda demokrasi acılı ve uzun süreçte oluşuyor. Bizde olduğu gibi 'Haydi biraz da  demokrat olalım, partiler olsun, seçimler yapılsın' talimatlarıyla demokrasi benzeri bir şeyler kurulursa, sonunda başbakanı da demokrasinin anlamını tabii ki anlayamaz. Keza Avrupa'yı da algılayamaz.
Türkiye'de burjuva sınıfı yok. Sadece bir işadamları topluluğu var. Zira burjuva sadece ekonomik güç değil, bir kültür, bir ahlak, bir etiktir.
Bunlar ortada olmayınca, o zaman da iktidar sahiplerinin gazete içeriklerine direkt müdahale edememesi katiyen anlaşılamaz, kabul edilemez.
Avrupa ideasında iktidar sahipleri kendilerine en aykırı, en sevimsiz gelen neşriyatı kabullenmek ve hatta bunun yapılması hakkını koruma altına alma zorundadır. Bu durumu koruma altına alan yasalar da vardır ama bundan daha önemlisi yerleşmiş ve paylaşılan bir kültür, bir etik olmasıdır.
Dolayısıyla karikatür tartışmasında Danimarka Başbakanı haklı taraftır. Başbakan Erdoğan ise Türk-Arap zihniyetlerinin bir karışımı gibi olan tavırlarıyla Avrupa idealine sürekli saldırı halindedir. Bu davranışlar Türkiye'yi Avrupa ideasını katiyen anlayamamış cahil bir ülke konumuna sokmuştur. Ve bu boyutuyla da utanç vericidir.
Yazının bu aşamasına geldiğimde 'Acaba çok da bilinen şeyleri mi yazmış oldum ki?' diye düşündüm. Çünkü bana tüm yazdıklarım, Batı'yı biraz tanımış bir insan tarafından içgüdüsel olarak bile bilinmesi gereken konular olarak geliyor. Dolayısıyla 'Bilineni neden tekrar söylüyorsun?' diyebilirlerdi. Ama yazıyı yine de değiştirmemeye karar verdim. Çünkü görüyorum, neredeyse kimse bu doğal olarak bilinmesi gereken basit gerçeklerle, ilkelerle ilgilenmiyor. Yandaş liberaller ise gerekli gereksiz her konuyu Avrupa Birliği'ne bağlama adetleri olmasına rağmen, birinci cumhuriyeti yıkma fırsatını yakaladıklarında Avrupa idealleri hakkında ağızlarını hiç kapamadıkları halde şimdi Başbakanları'na bir uyarı yapacak cesaretleri yok. Oysa onunla arkadaş da oldular artık. Arada bir evlerde toplanıp yemekler filan yiyor, içki içerek demokrat olunacağını filan sanıyorlar. Güce tapan liberal faşistler şu anlarda suskun.
Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin gerçek liberal düşüncenin de gelişmesine uygun ortam sağlayacağını, laik demokrasinin Avrupalı olmanın en büyük güvencesi olduğunu bilen gerçek liberaller ise şimdi konuşup, liberalim diyenine liberalizmi, Avrupa Birliği diyenine de Avrupa idealini anlatmak zorundayız.
Bu bir anlamda sınıf savaşıdır ve bizim sınıf bilincimiz nettir.
Kendilerine ikinci cumhuriyetçiyim diyerek birinci cumhuriyeti yıkmaya hayatlarını adamış insanların getireceği sistemde daha fazla özgürlükler ve haklar olmayacak. O amorf sistemde özgürlükler ve haklar ancak liberal hainlerin yol arkadaşı oldukları iktidar sahiplerinin sadece kendilerine uygun gördükleri kadar hak ve özgürlükler olacak. (Türban meselesi halledildiğinde hak ve özgürlükler meselesinin kapanmasında olduğu gibi...)
Yine basit sorular sorarak bitireyim. 'Acaba Türkiye bir gün iktidarın medyaya hiçbir şekilde müdahale etmemesi koşuluna gerçekten inanabilecek mi?' ve 'O basında iktidar kendisinin tüm değerlerine karşı olan yazı ve karikatürlerin basılmasına tahammül etmeyi öğrenebilecek mi?'...
Örneğin; bir ateist karikatürist tüm inançlar ile alay eden karikatür çizdiği zaman iktidar sahipleri kendi özellerinde öfkeden kudursalar da kamuoyunun önünde o karikatüristin istediğini çizme hakkını savunabilecekler mi?
Biliyorum, şimdi bazıları 'Bu nasıl bir şey, hiç olur mu böyle şeyler', 'Bizim insanımız bunlara hazır değil' diyecek.
Doğrudur, bizim insanımız 'Davos one minute'i gibi, 'Danimarka'ya fırça' gibi ucuz kahramanlıklardan pek hoşlanır. Siyasetçilerimiz de neredeyse içgüdüsel olarak faşist olan kalabalıkları biraz eğitmek için hiçbir gayret göstermez.
Peki o zaman da adama sormazlar mı 'Sen neyine güvenerek Avrupalı olmaya filan kalkışıyorsun?' diye. Soruyorlar ve sormaya da devam edecekler tabii...
Türkiye'nin gerçek anlamda Avrupalı olabilmesi ve o ideanın gereklerini yerine getirebilmesi, cumhuriyet tarihine ve kuruluş ideallerine anlayarak, inanarak sahip çıkması ve gerçekten laik bir demokrasi olarak var olmasıyla mümkündür.
İşte ancak o zaman bize sorulacak her soruya başımız dik cevap veririz ve hatta o gün geldiğinde bizim de iç rahatlığıyla onlara soracağımız sorular olacaktır.
 

Serdar Turgut, Akşam

06.04.09

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız