Medyada 2. Cumhuriyet > 'Yok edilmek istenenlerin cephesini öneriyoruz'

'Yok edilmek istenenlerin cephesini öneriyoruz'

Türkiye Komünist Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’la, TKP’nin 90’ıncı yılını ve diğer sol güçlere yaptıkları cepheleşme çağrısını konuştuk. Gazetede kısaltarak yayımladığımız söyleşinin tam metnini sunuyoruz.

Öncelikle kutlarız, Türkiye Komünist Partisi, 90’ıncı yılını geride bıraktı. 10 Eylül’de yapmadınız ama kutlamayı neden?

Doğru TKP’nin kuruluş tarihi 10 Eylül 1920. Ne var ki, bu yıl 12 Eylül’de referandum vardı, bu yüzden erteledik. Sonrasında, Ekim Devrimi’nin yıldönümü olan 6-7 Kasım tarihlerine denk getirmek istedik ama bu sefer de İstanbul’da salon problemiyle karşılaştık o yüzden 27 Kasım’da yaptık kutlamayı.

ADIMIZ TKP OLMADAN DA KUTLUYORDUK

Şöyle bir eleştiri de var sizin TKP’nin 90’ıncı yılını kutlamanıza ilişkin; “SİP, TKP ismini alalı daha 9 yıl oldu. TKP’nin 90’ıncı yılını kutlamak onlara düşmez” şeklinde. Ne diyorsunuz bu konuda?
Gülüyoruz sadece bunlara. Biz daha Sosyalist Türkiye Partisi adını taşıdığımız günden bu yana 10 Eylül kutlamaları yapıyorduk. Ta Nazım’ın “Hepimiz 40 yaşındayız” demesinden bu yana, 10 Eylül, Türkiye’deki tüm devrimcilerin komünistlerin doğum günü. Bu sadece bizim TKP adını almamızla ilgili değil. Biz 10 Eylül’ü Türkiye’deki tüm komünistlerin birleşik örgütlü mücadelesinin başladığı gün olarak önemsiyoruz. Bizim 10 Eylül’ü kutlamamızdan daha doğal bir şey olamaz, keşke herkes kutlasa.

Yani TKP adını almasaydık yine kutlardık diyorsunuz yani…
Kutlardık değil zaten kutluyorduk. Şöyle bir fark var; küçük bir partinin kutlaması bir parti binasında gerçekleştiği için kimse duymamıştır, şimdi büyük kutlamalar yapabildiğimiz için bu gündeme gelmeye başladı yoksa hep kutladık.  Asıl mesele şu, Türkiye’de ben devrimciyim, komünistim, bu mücadeleyi sürdürüyorum diyen herkesin 10 Eylül’ü kutlaması lazım.

TÜRKİYE SOLUNDA BAŞKANCILIK HASTALIĞI VAR

Kutlamada TKP Genel Başkanı olarak değil de, TKP Merkez Komite üyesi olarak konuştunuz neden?
Bizde Genel Başkanlık denen şey sadece Türkiye’de siyasi partiler kanunu zorunlu tuttuğu için ortaya çıkan bir şey. TKP’de kimsenin TKP’nin kolektif önderliğini tek başına temsil etmesi düşünülemez. Böyle bir şey mümkün de değildir. Bize göre doğru da değildir. Etkinlikte hepimiz merkez komitesi üyeleri olarak konuştuk. Bizim partimizin önderliği merkez komitesidir ve önümüzdeki süreçte bunu daha da ortaya çıkarmaya çalışacağız.

Bu vurgunun nedeni nedir?
Biz Türkiye solunda bir başkancılık hastalığının ortaya çıkmaya başladığını düşünüyoruz ya da zaten vardı da biz yeni yeni hissediyoruz. Ben yıllarca aynı kurullarda çalışmış insanların birbirlerine ‘başkanım’, ‘başkan’ diye seslenmesini çok garipsiyorum ve yanlış buluyorum. Geleneğimizde de yoktur böyle bir şey. Lenin’e, Stalin’e ‘Başkanım’, ‘Genel Sekreterim’ falan diye hitap edilmemiştir mesela. Genel sekreterlik meselesi de zaten devrimden çok sonra ortaya çıkan bir mesele. TKP’de parti hayatında, Genel Başkanlık diye bir kurumsallaşma yoktur. Partinin bütün önderlik görevleri Merkez Komitesi’nde paylaşılır. Zaten asıl belirleyici olan, parti üyesi olmaktır. Onun dışındakiler partide üstlenilen görevlerdir.
 
MÜCADELEYİ KENDİNLE BAŞLATMAK HASTALIK
Peki, bu TKP mirası meselesine nasıl bakıyorsunuz? Biz bütün bu sürecin mirasını sahipleniyoruz diyor musunuz?
Bir defa mücadeleyi kendinle başlatmanın bir hastalık olduğunu saptamamız lazım. Türkiye solunda bu bir problem. Elbette, Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın, İbrahim Kaypakkaya’nın, Türkiye İşçi Partisi’nin her birinin mücadele tarihinde ayrı bir yeri, bir önemi, bir değeri var. Öte yandan hepimiz açısından Deniz için de Mahir için Behice Hanım için de ortak bir kuruluş tarihi var; 10 Eylül 1920. Hepimizin aslında o gün toprağa düşmüş bir fidanın dalları olduğumuzu düşünüyoruz. Bunun içinde eksik yanlış bulduğumuz eleştirdiğimiz pek çok şey var elbette. Bu TKP tarihi için de TİP için de  Devrimci Gençlik hareketi tarihi de geçerli. Ancak biz Gelenek hareketi olarak, bu 90 yıllık tarihin tamamını hatasıyla sevabıyla bizim geleneğimiz olarak sahipleniyoruz. Tarihe cetvelle yaklaşmayı, şuradan 3 santim alalım, buradan 2 santim çizelim gibi bir tarzı yanlış buluyoruz. TKP adını almamız da onun bir ürünü. Tartışma daha çok şuradan çıkıyor. Biz kendimizi hiçbir zaman 1970’lerde kendisini TKP olarak adlandıran hareketin bir uzantısı olarak tarif etmedik. ‘Deniz Gezmiş TKP üyesi miydi onun resmini niye taşıyorsunuz?’ diye sorular da var. Bu yaklaşımı da doğru bulmuyoruz, Türkiye Sosyalist Hareketi’nin bir tarihi var, biz bu tarihi bütünüyle sahipleniyoruz daha önemlisi biz bu tarihi geleceğe taşımak istiyoruz. Bir de şöyle bir şey var, liberal çevrelerin Türkiye sosyalist hareketinin bugününe ipotek koymanın ötesinde tarihini de yeniden yazmak gibi bir çaba var. Türkiye solunun bugünkü durumunu geçmişte Ermeni meselesiyle Kürt meselesiyle ilgilenmemesiyle açıklamaya çalışan bir anlayış var buna karşı da bu tarihin tamamını sahiplenmeye çalışıyoruz.

Gerek gerçekleştirdiğiniz 90’ıncı yıl kutlamasında yapılan konuşmalarda gerekse de yine bu etkinlikte dağıttığınız 90’ıncı yıl tezlerinde TKP’nin Ekim ayında yaptığı Cepheleşme Çağrısı geniş bir yer tutuyor. TKP neden bir cepheleşme çağrısı yayımlamaya ihtiyaç duydu?

Bizce en önemli şey şudur. TKP’nin cepheleşme çağrısı bir siyasi durum tespitidir. Biz cepheleşme çağrısına paralel şekilde 29 Ekim’de Cumhuriyet’in bittiğini gördüğümüzü ilan ettik. Bize göre AKP’nin temel misyonu; Ekim devrimi ve Kurtuluş Savaşı sonucunda ortaya çıkan bir cumhuriyetin tasfiye edilme süreciydi. Bize göre burada temel mesele, daha gerici, sermaye egemenliğinin daha belirgin olduğu, emperyalizme daha bağımlı bir cumhuriyetin tasfiye edilmesi meselesiydi. AKP bu süreçte de epey rol aldı. Burada her yapı, her kurum bu sürece uyumlulaştırıldı. Milli Görüş’ün parçası olan AKP bu sürecin önemli bir aktörü olarak bu sürece uyumlulaştırıldı. Ordu, yargı, üniversiteler yani devleti oluşturan bütün unsurlar bu süreçle uyumlu hale getirildi. Böylelikle bizim ‘yeni Osmanlı’ dediğimiz, bazılarının ‘ikinci cumhuriyet’ ya da şakayla karışık ‘ikinci el cumhuriyet’ dediği süreç başlamış oldu. Bu süreci nasıl karşılayacağız. Bu süreçte Türkiye’nin emekçiler için daha da cehennem haline getirilmesine nasıl karşı koyacağız. Bunun bir adım sonrası halkların kardeşçe barış içinde yaşayacağı bir ülkeyi nasıl kurarız. Bu denklemde bugünkü görevler temelinde bir ihtiyaçtır cepheleşme.

CUMHURİYETİN KURULUŞU KOMÜNİSTLERİN TASFİYESİYLE OLDU
Tam da bu noktada şöyle bir eleştiri var: Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut hali çok mu matah bir şeydi ki, cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkacağız? AKP iktidara gelmeden önce de biz mücadele ediyorduk yine mücadele etmeye devam edeceğiz, nedir bu dönemi özel yapan şey?
Biz tabii Mustafa Suphi’lerden başlatırsak bu cumhuriyet kurulmadan önce bile mücadele ediyorduk. Aslında biz bu mücadelenin birinci raundunu kaybettik. Cumhuriyetin kuruluşu denen şey aynı zamanda komünistlerin tasfiyesi olarak da ortaya çıkmıştır. Öte yandan şöyle mi düşünülüyor yani bu ülkede bir sosyal devlet varsa, bu burjuvazinin bir lütfu olarak mı ortaya çıktı? Böyle düşünülüyorsa bu görüş haklı. Oysa bu ülkedeki olumlu her şeyin arkasında emekçilerin mücadelesi vardır. Ben hep öğrenci arkadaşlara şu örneği veririm; Şu anda öğrenci bileti kullanmakta mutlular ama bu ülkede öğrenci bileti kullanabilmek için de öğrenciler mücadele etmiştir, bir öğrenci hayatını kaybetmiştir bu hak öyle alınmıştır. Şimdi tartışılan şey, bütün bu hakların, kazanımların tasfiye edilmesidir. Biz alın teri dökmüşüz,  gerektiğinde kan dökmüşüz, can vermişiz. Türkiye işçi sınıfı olarak bir takım şeyleri kazanmışız. Şimdi bütün bunların elimizden alınmasını izleyeceğiz seyirci kalacağız, bu mümkün müdür? Biz hiçbir zaman, bekçi olmayı kastetmedik ama yürümek için ayağınızı yere basmanız gerekir. Bu kazanımları temel almadan ileri doğru gidemeyiz.

O zaman önerdiğiniz cephe bir çeşit ‘Cumhuriyet kazanımlarını savunma’ cephesi mi?

Hayır, bizim emekçilerin iktidara gideceği yolu tarif edecek bir cepheye ihtiyacımız var. Koruyucu bir cepheye değil geliştirici yeni kazanımlar elde edecek bir cepheye ihtiyacımız var.

CHP’NİN DE KARŞISINA DİKİLMEMİZ GEREKİR
Devrimci bir cephe, sosyalist bir cephe öneriyorsunuz o zaman.

Devrimcilerin, sosyalistlerin, solcuların cephesini öneriyoruz. Aslında bugün Türkiye’de siyasette yok edilmek istenenlerin cephesini öneriyoruz. Bugün siyasette kimin sesi yok. Bugün Türkiye’de burjuvazinin her renginin sesi var ama emekçilerin sesi yok. Emekçilerin sesi olabilecek, emekçilerin mücadelesine önderlik edebilecek bir cephenin inşa edilmesi gerekir. Temel meselemiz budur. Türkiye’de bugün AKP’nin önderliğinde ilerleyen bir süreç var ama buna karşı ciddi bir direnç de var. Bir boyutu gençliktir, bir boyutu Alevilerdir, bir boyutu HES’lere karşı mücadele eden yurttaşlarımızdır mesela. Bunun gibi pek çok direnç var ama bütün bunların bir bütün olarak AKP karşısında dikilmesi önemlidir. Aslında şunu düzelteyim, CHP’deki değişimden sonra artık sadece AKP’ye karşı değil CHP’nin de karşısına dikilmemiz gerekir. Bu arada bizim zihnimizde şu çok net; bundan sonra Cumhuriyet kazanımları denen değerler ancak sosyalizm tarafından korunabilir yoksa Türkiye’de yeniden bir burjuva aydınlanmacılığının ihtimali yoktur. Artık kapitalist bir devlet olalım ama bazı devlet kurumları da varlığını devam ettirsin denebilecek bir nokta kalmamıştır. Bugüne kadar cumhuriyet kazanımı diye tarif ettiğimiz bütün bu değerler ancak sosyalizmi hedefleyerek yaşatılabilir.

Şimdiye kadar cepheleşmeyle ilgili ziyaretleriniz oldu, çağrıyı cepheleşmenin bazı muhataplarına önceden verdiniz nasıl tepkiler aldınız bu çağrıya?
Şunu çok büyük bir açıklıkla ifade edeyim: Cepheleşmede tarif edilen zemine dönük, hiçbir kişi ya da kurum böyle bir ihtiyaç yoktur demedi. Herkes bunun büyük bir ihtiyaç olduğunu söyledi. Bu çağrı herkeste bir heyecan yarattı. Hatta bana göre aşırı bir heyecan bile yarattı. Biz TKP’den bunu hiç beklemezdik dediler. Doğal olarak önce belli bir mücadele deneyimimiz olan ÖDP, Halkevleri ve EMEP’i ziyaret ettik. Arkasından, DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Alevi  Bektaşi Federasyonuyla görüşmeler yaptık. Önümüzdeki günlerde şimdiye dek görüşmediğimiz sol sosyalist güçlerle görüşmeye devam edeceğiz.

KİM EN KÜÇÜK DİRENÇ GÖSTERİYORSA GÖRÜŞECEĞİZ
Kimlerle görüşeceksiniz mesela?

Açıkçası tam bir liste veremem ama bu sürece en küçük bir direnç gösterdiğini düşündüğümüz kim varsa onunla görüşmek istiyoruz. Küçük, büyük herhangi bir ayrım gözetmeden gidip kendimizi anlatmak ve arkadaşları dinlemek istiyoruz. İşin sol, sosyalist güçler cephesi bu. Öte yandan biz ne TKP’nin kendi başına bir cephe ilan etmesini ya da ister 3 ister 30 sosyalist örgütün bir araya gelip bir cephe ilan etmesini doğru bulmuyoruz. Önemli olan emekçi halkın direncini bu sürece dahil etmek. Çok açık söyleyelim bugüne kadar solun tarihinde bir model yok. Biz şimdiye kadarkilerden farklı bir şey örgütlemeye ihtiyacımız var. Bu yüzden elimizde hazır bir reçete yok. Tek kıstasımız şu çok vaktimiz olmadığını düşünüyoruz. Referandumdan bu yana AKP’nin yol almaya devam ettiğini görüyoruz. Bu tehlikeli bir süreç bizim görüşümüze göre. İkincisi de Türkiye’de birkaç ay sonra bir seçim olacak. Biz kendisini seçimlerle sınırlayacak bir cephe istemiyoruz. Cephe kendisini seçimle tarif ederse seçimin ertesi günü geriye bir şey kalmaz. Biz bugünden başlayarak seçimleri de kapsayan ama mutlaka seçim sonrasını da kapsayan bir cephe tarif ediyoruz. Seçim sonrasında aşağı yukarı herkesin beklediği o büyük saldırı dalgasını göğüsleyebilecek buna direnebilecek bir cepheyi bir mücadele hattı örmeyi tercih ediyoruz.

Bu tarz cephe ya da işbirliği girişimlerinde genellikle önce görüşmeler yapılır. Ortak bir metin üzerinde çalışılır sonra bu metin topluca açıklanır. Siz tam tersine önce bir çağrı metni hazırladınız, kamuoyuna açık bir cephe çağrısı yaptınız sonrasında görüşmelere başladınız.
Biz bunu kabul etmiyoruz. Net tarih vereceğim. 2009 yılı Aralık ayında TKP yine belli bir örgütlü mücadeleyi birlikte ördüğü ÖDP ve Halkevlerine bir çağrı yaptı. Dedik ki, “Arkadaşlar, Türkiye şöyle bir süreçten geçiyor, gelin seçim harala gürelesine girmeden Mart ayında,  yani 4 ay sonra kendisini ilan edecek bir ortak faaliyet yürütelim. 4 ay boyunca tartışalım, konuşalım nasıl bir program yapacağımızı konuşalım.” Yani bugünkü çağrıyı bir yıl öncesinden kapalı yaptık. Daha sonra bu arkadaşlardan olumsuz cevap alınca, Ocak ya da Şubat ayında şimdilik başarısız olduk diye kamuoyuna ilan ettik. Herkesi de anlayabiliyoruz. Gerçekten Türkiye’de böyle bir deneyim yok. Çeşitli nedenlerle kabul edilmemesini de anlayabiliyoruz.

Neydi o zaman kabul etmeme nedenleri?
ÖDP kongre sürecinden yeni çıkmıştı bizim kendi iç gündemlerimiz var dedi. Halkevleri’nin başka bir kendi mücadele süreci vardı. Ama biz bu arkadaşlarla birlikte mücadele etmeye devam ettik. IMF eylemlerini birlikte örgütledik, TEKEL sürecinde büyük ölçüde birlikte tavır aldık. Sürekli bir araya gelmek için hiçbir fırsatı kaçırmadık. Ne zamana kadar? Referanduma kadar. Referandumun öngününde de baktık ki, yine aynı güçler aşağı yukarı aynı noktada yer almışlar. Yine arkadaşlarla bir araya geldik ve herkesin bildiği o ortak sosyalist hayır cephesini inşa ettik. Referandum bitti yine değerlendirmeler yapıldı. Herkes aynı soruyu soruyordu, bu güçler sonrasında ne yapacak diye. Bu görevden de imtina etme şansımız yok, olmuyor diye kenara da çekilemeyiz. Bize göre devrimcilik, bir görev tarif etmek, o görev doğrultusunda en geniş güçleri harekete geçirmeye çalışmak ama olmuyorsa da o görev doğrultusunda inisiyatif almaktır. İkincisi TKP bir cephe kurdum ya da kuracağım demiyor. Bir mücadele ortaklığı kurmak lazım birlikte bir mücadele örmek lazım diyor. Bu ihtiyaçta ortaklaşırsak geri kalanını tartışırız.

Nasıl bir model öngörüyorsunuz cephe için?

Mesela partiler bir araya gelir demokratik kitle örgütleri, sendikalar destekler ya da kitle örgütleri bir araya gelir partiler destekler gibi klasikleşmiş algılar var. Bütün bunları aşan hepsinin bir arada olduğu mesela tek bir sosyalist aydının da gelip katılabildiği bir model neden olmasın. Bütün bunlar üzerinde konuşulabilir. Zaten bizim ‘biz bunu söylüyoruz, gelen gelsin, gelmeyen de gelmesin’ gibi bir tavrımız hiç olmadı.

SEÇİM KAPIYA DAYANMADAN YAPILMALI
Peki şimdiye kadar cepheleşme çağrınıza beklediğiniz yanıtı aldınız mı?

Kimi yerelliklerde cepheleşme süreci fikrine sıcak bakan ve bu doğrultuda inisiyatif almak isteyen unsurlar ortaya çıkmaya başladı ancak herhangi bir siyasi öznenin bugüne dek cephe çağrısına doğrudan yanıt verdiğini söyleyemeyiz. Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum herkesin karar alma süreçleri farklı ama bize göre Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu etkinlikte bir süreci örme iradesi daha gösterilememiş durumda bunu bir zaman kaybı olarak değerlendiriyoruz. En acıklısı, şu olur; seçim zamanı gelip çatınca arkadaşlarımızın TKP’nin o zaman söylediği şey doğruydu deyip bir araya gelme çabası göstermesi… Referandum sürecine ilişkin temel eleştirimiz de budur, bu öznelerin referandum kapıya dayanınca bir araya gelmesini eksikli buluyoruz. Referandum süreci de herkesin kendi faaliyetini yürüttüğü, bunların belli merkezi süreçlerde bir araya geldiği bir süreç olmuştur. Çok değerlidir, çok önemlidir referandumdaki tutum ama etkisi sınırlı olmuştur. Sonuca daha çok etki edebilecek şekilde örgütlenebilirdi. Şu anda biz bu noktada çok samimi bir çaba içerisindeyiz. Ama şöyle de düşünmüyoruz bu iş mutlaka şu, şu sosyalist güçleri kapsamalı bu olmazsa olmaz diye de düşünmüyoruz. Bunu birlikte örgütlemek isteyen arkadaşlarla birlikte örgütleriz istemeyenlerle de başka mücadele pratikleri örmeye devam ederiz ama bu iş bir ihtiyaç biz bu işin örgütlenmesi ihtiyacından kaçamayız.

İyimser misiniz cepheleşme konusunda, mümkün görüyor musunuz bunu?

Bugünkü Türkiye’de bu mümkün ve bunun hızla kitselleşme ihtimali var, CHP’deki bu süreçten rahatsız olanlardan tut da, bütün bu süreçten rahatsız olanlara kadar. AKP sekiz yıl boyunca kendi programı doğrultusunda ciddi yol aldı. Bu aşamada da emperyalist güçlerden ciddi destek aldı. Şimdi bunun faturasını ödeme zamanı geliyor. Bunun faturasını ödemek ne demek? Eğer Marksistler olarak bizim tahlillerimiz doğruysa, bu emekçilerin daha fazla yoksullaşması, daha fazla acı çekmesi demek. Bizim açımızdan mücadelenin yükseleceği bir süreçtir. Bu anlamda cepheleşmeyi zorunlu görüyoruz.

Cepheleşme öneriniz kabul görmedi diyelim bu seçimler için de bir sol işbirliğine kapalı olacağınız anlamına mı gelir?
Cepheleşme olmazsa seçimlerde herhangi bir yan yana gelme olmaz diyemem ama bu arzu ettiğimiz bir şey olmaz. Seçim dediğimiz mekanizma son tahlilde burjuvazinin kendi iktidarını tazelediği bir yer. Bu sürece etkin bir şekilde müdahale etmezseniz, seçimlerden sonra gelen sürece de müdahil olamazsınız. Dolayısıyla seçimlere etkin bir şekilde müdahale edecek bir araca ihtiyacımız var. Bize göre bunun bugünden inşa edilmesi lazım. Bugünden inşa edilmezse, Türkiye’de iki-üç tane sosyalist gücün bir araya geldiği onların aritmetik toplamından başka bir şey ifade etmeyen bir işbirliği olur.
 
TÜRKİYE SOLUNUN CHP’Yİ TARTIŞMASI BİLE ÜZÜCÜ

Solda konuşulan diğer bir ittifak eğilimi de BDP’nin dillendirdiği ve CHP’deki bazı isimlerin de sıcak baktığını ifade ettiği bir girişim var. CHP çatısı altında BDP ve bazı sosyalist örgütleri seçime taşımaya yönelik bir eğilim var bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye solunun böyle bir şeyi tartışıyor durumuna düşmesine bile üzülüyorum. Neden üzülüyorum? Bu, bugün CHP’de yaşanan değişimi, dönüşümü kavramamak anlamına geliyor. Bize göre bugün CHP’de olan CHP’nin yeni düzenle uyumlu hale getirilmesidir. Kara çarşaf açılımıyla başlayan bir süreçtir bu.

Siz Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP’nin solculaştığını değil sağcılaştığını düşünüyorsunuz öyle mi?

Sağcılaştı dersem sanki önceden solcuymuş gibi bir algı da çıkabilir o yüzden öyle bir şey ifade etmiyorum. CHP bir düzen partisiydi, şimdi yeni kurulan düzene daha uyumlu hale getirilmektedir. Dolayısıyla CHP’deki değişim olumlu değildir. Şu ayrı; Kılıçdaroğlu’nun ilk çıkışında oluşan rüzgarı önemsiyoruz. O rüzgar Türkiye soluna ve sosyalistlerine bir zemin olduğunu ve bir görev düştüğünü gösteriyor. Toplumun AKP cenderesinden kurtulmak istediğini gösteriyor. En azından öyle diri unsurlar var. Öte yandan Kılıçdaroğlu tam tersine bu diriliği öldürmek doğrultusunda bir faaliyet yürüttüğünü düşünüyoruz. Böylesi bir CHP’yle solun, sosyalistlerin ittifak yapması mümkün değil. Tam tersine bizim önümüzdeki görev, referandumdaki yüzde 42’lik boyutuyla tartışılan ama ondan ibaret olmayan direncin sağlamlaştırılması, güçlendirilmesi olmalıdır. Bir de bunun sosyalist bir çatıya oturtulması lazım.

KÜRT HAREKETİYLE İTTİFAK FIRAT’IN BATISINA GEÇEMİYOR
Bu noktada solun yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de bugün solun (bize göre soldur değildir o ayrı bir tartışma ama en genel anlamında solun) üç farklı stratejisi var. Bir tanesi AKP’nin eteğinde onunla hemhal olarak siyaset yapma stratejisiydi. Bu ilk başta trajik bir vakaydı artık gülüyoruz ve kimse ciddiye almıyor. Bu öldü, bitti. İkincisi, Türkiye solunda maalesef çok uzun yıllardır kendisini gösteren CHP’cilik hastalığı yeniden yeşertilmeye başlandı. Üçüncüsü, Kürt hareketinin mevcut kitlesel, güçlü halinden medet uman ve burada yer bulmaya çalışan anlayış. Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadelesini örme stratejisi değil bu. Kürt hareketinin mevcut haline eklemlenme anlayışıdır. 1995’ten bu yana solun çeşitli yapılarıyla, Kürt hareketinin legal partileri arasında ittifaklar söz konusu oldu. Kimisinde sosyal demokratlar, kimisinde legal unsurlar, destek verdi. Seçimlerden sonra bu ittifaklardan geriye hiçbir şey kalmadı. Bu stratejinin Fırat’ın batısında yeri yok. Bu strateji Fırat’ın batısına geçemiyor. Van’da, Hakkari’de, Dersim’de bir enerji yaratıyor ama orada sınırlı kalıyor. Bunu tekrarlamayı düşünmüyoruz. Kürt emekçilerini bu cepheleşmeye dahil etmeyi önemsiyoruz, o ayrı. Kürt emekçilerinin içinde Demirtaş’ın da ifade ettiği bir direnç var. Bu bizim açımızdan değerli ve üzerinde durulması gören bir şeydir. Ama bunun da tek başına sola enerji verecek bir proje olabileceğini düşünmüyoruz. Bu çizgilerin alternatifi sosyalist hareketin kendi bağımsız siyasi hattını inşa edecekleri, Türkiye’deki yoksul ve emekçilerle buluşarak güçlü bir aktör olarak bu tabloya müdahale edecekleri tabloyu yaratmaktır. Zordur ama devrimci olan seçenek budur.

TEK GÖREVİMİZ KÜRT HAREKETİYLE DAYANIŞMAK DEĞİL
Kürt hareketinden söz açılmışken oradan devam edelim. Söyleşinin bu bölümünde biraz TKP hakkındaki eleştirilere değinmek istiyorum. Zira cepheleşme çağrısına şu ana dek yanıt verilmemesinin sebebi belki de TKP’ye yönelik bu çekincelerin birlikte yürümeyi zorlaştırdığının düşünülmesi olabilir. Bunlardan biri TKP’nin Kürt hareketine çok soğuk baktığı yönündeki eleştiri. Hatta bunu teorileştirerek Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı (UKKTH) komünist bir ilke olmaktan çıkardığı eleştirisi sıkça yapılıyor. Bu konuda TKP kendisini tam olarak anlatamadı mı acaba?


Anlamak istemeyene ne yapsanız anlatamazsınız. “Kürt sorunu çözülmeden başka hiçbir sorun çözülmez” böyle bir tez var. Türkiye’de Kürt sorunu yok mu? Kürt emekçilerinin sorunu yok mu? TKP bunu ret mi ediyor? Asla böyle bir şey söylemiyoruz. Türkiye’deki bütün sorunları da, Kürt sorununu da çözmek istiyoruz. Bunun için yapılacak birinci şey, solun, sosyalizmin güçlenmesidir. Bu nasıl olur, Türk ve Kürt emekçilerinin emperyalizme karşı ortak mücadelesini yaratmakla olur. İkincisi TKP’ye göre Türkiye’deki büyük dönüşüm, Türkiye devrimi, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadelesinin sonucu olacaktır. UKKTH hakkında şunu düşünüyoruz Sovyetlerin çöküşünden bu yana bütün ayrılmalar ve birleşmeler, emperyalizmin denetimi altında gerçekleşti. Biz uluslararası komünist hareketin bir parçası olarak, katıldığımız tüm toplantılarda bu koşullar altında sınırların değişmezliği ilkesini kabul ettiğimizi belirtiyoruz. Bu ne demek? Bugün dünyayı şekillendiren emperyalizme karşı bir direnç hattı örmek demek. Bu zemin üzerinden Türkiye’deki Kürt emekçileriyle ilişkilenmemiz zaman zaman farklı konumlar alabiliyor. Demirtaş geçen gün diyor ki, AKP’ye karşı direnen tek güç Kürt hareketiydi. Şunu söylemek suçsa biz bunu diyoruz: Hayır, Türkiye sosyalist hareketi gücü oranında yetenekleri oranında AKP’ye karşı direnmiştir ve bu değerlidir, Kürt hareketi bu noktada yeterli duyarlılığı göstermemiştir. Biz Kürt hareketinin bu konuda yeterli duyarlılığı gösterdiğini düşünmüyoruz. Yine de geçmişe yönelik tartışma yapmaktan yana değiliz. Eğer Kürt hareketi AKP’ye karşı direndiğini ve direneceğini söylüyorsa biz bu direnci ortaklaştırmak için elimizden geleni yaparız.

TKP’ye yönelik Kürt sorununa duyarsızlık eleştirileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz Türkiye sosyalist hareketinin tek görevinin Kürt hareketiyle dayanışmak olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye sosyalist hareketinin başta Türk ve Kürt emekçileri olmak üzere Türkiye’deki tüm emekçilerin ortak mücadelesini yaratmak gibi bir görevi vardır. Biz bu doğrultuda yapabildiğimiz her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Ben, Türkiye sosyalistleri bu konuda duyarsızdır eleştirisini hiç ciddiye almıyorum. Şöyle bir iddia yoksa TKP’nin Türkiye’nin batısında emekçiler arasında çok büyük bir güç haline geldiği buralardaki bütün sorunları çözdüğü ama Kürt emekçilerine el uzatmadığı gibi bir eleştiri yoksa eğer ki, böyle bir gerçeklik yok. Bence haksız bir eleştiridir. Ben Türkiye sosyalist hareketinin istisnai bir takım hareketleri dışarı bırakarak söylüyorum, hiçbir döneminde Kürt sorununa karşı duyarsız olduğunu düşünmüyorum. TİP’in bu meseleyi 1970’lerde gündeme getirmesi, kamuoyunun gündemine getirmesi önemlidir. Bundan sonra, sosyalist hareket her zaman gücü oranında, Kürt ulusal hareketleriyle dayanışma ve mücadeleyi ortaklaştırma çabası içinde olmuştur. Zaten Kürt emekçilerinin mücadelesini hiçbir zaman başka bir mücadele olarak görmedik kendi mücadelemizin bir parçası olarak değerlendirdik.

YURTSEVERLİK OLMADAN ENTERNASYONALİZM OLMAZ
BDP’nin demokratik özerklik önerisine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Soğuk yaklaşıyoruz. Şunun için soğuk yaklaşıyoruz. BDP ‘demokratik özerklik’ olarak adlandırılan projeyi net olarak ortaya koymuş değil. Çeşitli ağızlardan farklı farklı tanımlar yapılıyor. Buradaki önemli dayanak noktalarından biri Avrupa Birliği Çerçeve Belgeleri Avrupa Birliği Yerel Yönetimler organları vs. olunca, bir emperyalist kurum olarak Avrupa Birliği eliyle ortaya konan bir proje olmasına itirazlarımız var. Bir de şunu tartışmak gerekir bu projenin bir arada yaşamaya hizmet edecek bir proje olduğu iddia ediliyor. Bu gerçekten birlikte yaşamı örmeye hizmet edecek bir proje midir? Yoksa ayrışmayı mı hızlandıracak bir projedir? Mesela bölgesel asgari ücret burada nereye oturacak? Bu süreç içinde Kürt emekçilerini daha ucuz bir işgücü haline getirmeye hizmet edebilir. Örneğin, özerk bölgelerin uluslararası tekellerle kuracakları ilişkide mevcut kanunların sınırlandırılması anlamına da gelebilir. Bu tip kaygılar taşıyoruz. Dolayısıyla net olarak önümüze konmuş bir şey yok ve ortaya konan noktalarda da eleştirel yaklaştığımız, kaygılı olduğumuz noktalar var. Daha kritik olan şey; sadece Kürtlerin sorunlarına yönelik bir proje tarif etmek değil, bir bütün olarak Türkiye’ye ilişkin perspektif geliştirmek gerekir.

TKP’ye yönelik bir diğer eleştiri yurtseverlik noktasında ortaya çıkıyor. TKP olarak yurtseverlik anlayışınızı burjuva anlamında milliyetçilik ya da ulusalcılıktan nasıl ayrıştırıyorsunuz?
İnsan emek verdiği şeyi sever. Biz bu toprağa, bu ülke insanına emek veriyoruz. Dolayısıyla bu ülkeyi de seviyoruz. İçinde bulunduğumuz çağda, bu ülkeye ayaklarını basmadan, devrimcilik yapmanın mümkün olmadığını düşünüyoruz. Milliyetçilikle yurtseverlik arasındaki fark da çok nettir, milliyetçilik bir etnik kimliğe bağlıdır. Yurtseverlikse herhangi bir etnik ayrım gözetmeden o ülkede yaşayan insanların ortak değeridir. Çok açık söyleyeyim emperyalizm çağında, yurtseverlik kimliğini taşımayan herhangi bir devrimci mücadele ya da herhangi bir enternasyonalizm olamayacağını düşünüyoruz. Biz bunu komünist kimliğimizin bir uzantısı olarak görüyoruz.

KEMALİSTLEŞMEKTEN KORKMAYA GEREK YOK
Türkiye solunun bir kesiminde Kemalistleşme endişesi de var doğal olarak. İşçi Partisi gibi örnek var önümüzde ve şöyle bir endişe var: “TKP’nin bu söylemleri 1995-1996’daki İşçi Partisi söylemlerine benziyor acaba TKP’nin gidişatı da böyle olur mu?” şeklinde. Buna ne diyorsunuz?

Bundan önce Kemalistler büyük bir güçtü, sosyalistler çok küçük bir hareketti. Biz aydınlanma diyorduk, bağımsızlık, yurtseverlik, devletçilik diyorduk. Bunlar Kemalizme tarihsel süreç içinde eklemlenmiş kavramlar. “Biz laiklikten yanayız, bağımsızlıktan yanayız” dediğimizde, “siz Kemalistleşiyor musunuz?” diyorlardı. Şimdi ben şu iddiadayım. Türkiye’de beş yıl sonra şöyle olacak: Kemalist kökenden gelen bir yaşlı teyze düşünelim, bu teyze “laiklik, aydınlanma” falan dediğinde, ona “teyze sen komünist misin?” diyecekler. O yüzden solcuların, komünistlerin Kemalistleşmekten korkmalarına hiç gerek yok. Biz ilkelerimize sahip çıkalım. Emekçi halkın ihtiyaçlarına cevap verelim. Türkiye’de etkili ve önemli bir aktör olarak, ortaya çıkalım. Diğerleri korksunlar komünistlere benzetilmekten! Burjuvazinin içindeki siyasi aktörler zaman zaman aydınlamacı söylemler geliştirmek zorunda kaldığında, ona rakipleri “sen komünist misin” desin. Bu süreci örebiliriz. Aynı şey halkçılık için de geçerli. Bunları bu noktadan sonra biz taşırız.

Marksist Leninist Araştırmalar Merkezi kuruyorsunuz 90. yıl tezlerinde o da yer alıyor. Ne yapacak bu merkez?
Gündelik siyasete ilişkin görevler var bu görevlerden kaçamayız ama sadece bu görevlere yoğunlaşmanın uzun vadede zararlı etkileri de olabilir. Bu yüzden Marksist eğitime, teorik çalışmaya büyük önem veriyoruz. TKP’nin bu konuda belli bir birikimi olduğunu düşünüyoruz ama bunu daha da kurumsallaştırmak ve teorik katkıda bulunabilecek genç Marksistler yetiştirmek gerektiğini düşünüyoruz. Geleneği de bu merkez altında çıkaracağız. Türkiye sosyalist hareketinin tarihiyle ilgili çalışmalar yapacağız.

ERGENEKON, KCK, DEVRİMCİ KARARGAH AYNI MANTIKTA
Son bir sorum var. Biz seninle Bilim ve Gelecek dergisinden tanışıyoruz, o dergide farklı dönemlerde aynı görevi üstlendik. Bunu şunun için hatırlatıyorum, bizden sonra o görevi üstlenen arkadaşımız Baha Okar, Devrimci Karargah davası kapsamında tutuklu olarak cezaevinde, bununla ilgili ne söylemek istersin?

Baha’ya sevgilerimizi gönderelim. Sonuç olarak AKP iktidarının nasıl bir Türkiye yaratmak istediği konusunda bizim bazı iddialarımız vardı. Sonuçta, bir yönüyle Ergenekon davası sonrasında KCK davası ve sonrasında da Devrimci Karargah davası, görmek isteyen gözler için çok şey söylüyor Baha da bunun sonucu olarak cezaevinde. Değerli bir arkadaşımızdır, suçsuzluğundan eminiz. Umarız bir an önce özgürlüğüne kavuşur. Bakalım, belki Baha oradan Bilim ve Gelecek’e daha fazla katkı koyar ve zamanında bizim yapamadıklarımızı yapar.

 

AHMET MERİÇ ŞENYÜZ/BİRGÜN

14.12.2010

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız