Medyada 2. Cumhuriyet > Eylül

Eylül

“Eylül” de geldi işte yeniden

ki “hüznün simgesi”dir eylül

yaz akşamlarına patlayan kahkahalar

silme neş’eyle yüklü

geceye yayılan fondip gülüşmeler

şimdi birer anıdırlar artık

sadece fotoğraflarda o da

bir de belleklerde belki

içi ısıtarak batıp gitmiş

yaz güneşlerinden geriye.

Şimdi artık kentin caddelerinde, sokaklarında, kaldırımlarındaki yaşam da değişecektir.

Akılları bir karış havadaki al yanaklı genç kızların, şeytanın rüzgârlarında hınzırca uçuşan avuç içi eteklerindeki görsel şölenin yerini, daha örtük ve daha kalın sonbahar giysileri almaya yüz tutunca, kaçıp giden iştihalarına hayıflanarak, tadı hâlâ damaklardaki hayalleriyle yetineceklerdir, bundan böyle delikanlılar.

Pembe pembe terlemelerle açılıp saçılmaların yerlerini, kuru soğukların büzüştüreceği “bakır çalığı” mor titremeler alacaktır, yavaş yavaş.

İlkin çiseleyen, ardından oluklara sığmayan, kamçı gibi “güz yağmurları” gelecektir.

Her biri bir başka “güneş yanığı” rengindeki yaprakları dökülecektir ağaçların; sonbahar rüzgârlarıyla birbirlerine çarpa çarpa çalkalanan dallardan, tıpkı “pastoral bir senfoni”nin notalarındaki gibi sesler veren hışırtılarla.


“Nerde akşam orda sabah”
hoppalıklarının mevsimi geçiverince, bırakıldıkları yerlerde bekleşip duran o eski “sorunlar”a, o bildik “gaileler”e ve düşüncelere gelinmiştir, tekrardan.

O yüzden, karşılıyorum sizleri kente dönüşlerinizde. “Sadede hoş geldiniz”, diyorum, “hepiniz.”

Şimdi, daha ayak parmaklarınızın aralarındaki deniz kumlarını dahi silkeleyemeden, önünüze konan “referandum sandığı” meselesini düşünmelisiniz, ilkin.

En öne bunu koymalı, sağduyuyla ve akılla, oyunuzu “doğru istikamette” kullanmalısınız, evvel emirde.

Siz yokken... Siz altın parıltılı sahillerin kumsallarında deniz kabukları toplarken, neler oldu buralarda, görmeliydiniz.

Türkiye’nin “gerçek iktidar”ını doksan yıldır sürdüreduran “asıl muktedirler”in, artık bunu yitirmenin eşiğine geldikleri “son dönemeç”i yaşıyoruz aslında; haberiniz var mı?


“1920”
de “ilk Meclis’teki ikinci grubu” tasfiye ederek ve “1921 Anayasası”nı ortadan kaldırarak başlattıkları bu serüven; siz de bir el atarsanız, bir omuz verirseniz, sona erecek kısmet olursa, bir hafta sonra.

Siz “çıpı çıpı” yaparken serinleyerek, onları öyle bir ateş bastı ki buralarda, sormayın.


“Gem”
i azıya mı almadılar, kantarlarının “topuz”u mu kaçmadı, iş “şiraze”sinden mi, “zıvana”dan mı çıkmadı...

Her bir şeyleri “göze alır” oldular, anlayacağınız. Yani, tam bir “kızıl elma koalisyonu” tertiplenmesiyle neler yaptılar neler, bir bilseniz!

Hani, uzatmalara gidilir ya maçlarda. Son birkaç dakikadaki telaş ve hırçınlıklarla, gözler döner de her şey mubahlaşır ya. Onun gibi âdeta, sergilemekte oldukları.

Ana muhalefet partisinin genel başkanı “çiçeği burnunda” biliyorsunuz. –Ama ne çiçeği burnunda, ya. Hiç görülmemiştir böylesi.- Meydan meydan dolaşıp, ne kadar da kolay “iftira” atabiliyor.

Adam “yalan”a alışıyor. Çoğalttıkça, yoğalttıkça, giderek “sevmeye” de başlıyor. Dur-durak bilmeden ve bu denli kolay söyleyebilmeye sanki kendisi de şaşarak, keşfediyor “çarpıtma”yı her bir şeyi.

İlkin tutuktu, ikircikliydi, acemiydi.

Ama şimdi...


“Freni patlamış kamyon gibi”
gerçekten, almış başını gidiyor.

Korkulur böylesinden.

MHP, BDP... her biri kendi “çağ dışı” milliyetçiliklerinin bir kaşık suyunda boğulacaklardır, göreceksiniz.

Bürokrasinin bir avuç “kaymak tabakası” için de sonun başlangıcıdır, bir hafta sonrası.

Âdeta, “itilâflı bebeğin” ikiye bölünüp yarısının kendisine verilebileceğini onaylayan, “Kral Süleyman”ın huzurundaki “üvey ana”ya benziyorlar, hepsi de. Mahiyeti, böylesi bir pervasızlığa dönüşmüş, “soyut yurtseverlikler”inin.

Atın üzerinizden “yaz miskinlikleri”nizi ve düşünün lütfen!

Birkaç nesil sonra, tarih kitapları bu günleri tanımlarlarken, “21. yüzyıla girmişler, ama çağdaş toplumlardan olamamışlardı, bir türlü” diye yazacaklardır, o sıralardaki “torunlar”ımıza.

Eğer doksan yıllık bu “cumhuriyet”i “demokratik” bir safhaya taşıyamazsak.

Eğer “Birinci Cumhuriyet”i günahıyla sevabıyla uğurlayıp, bir avuç “vesayetçi seçkin”in değil, “halk”ın galebe çalarak “egemen” olacağı “İkinci Cumhuriyet”e kapı aralayamazsak.

Kalkıp bize, “hain” diyeceklerdir, “satılmış” diyeceklerdir. Çok doğal böyle demeleri. Çünkü egemenlikleri ve alışkanlıkları gidiyor elden.

Bizim “sağlama”sını yapacağımız tek ölçüt, tek pusula, tek deniz feneri, “yönetsel kurumlar”ın “halk”la olan “ilişki biçimleri ve düzeyleri”dir, sadece. Bunun dışındakiler “gayrımeşru”durlar. Doğru ya da eğri yolda olup olmadığımızı gösterecek “çobanyıldızı” budur, bir tek.

O yüzden, korkmayın sakın!       

Ve istersek, sevince çevirebiliriz bu “yüzyıllık hüznü”, hem de bir “eylül sabahı” üstelik. Tarih kitaplarında bizler oluruz, bayrak gibi dalgalanan işte o vakit.

Evet... eylül bir sondur dökülen yapraklar için elbet de. Ama aynı zamanda başlangıç da değil midir, yerlerine “yeşerecekler” için.

Namık Çınar, Taraf

06.09.2010

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız