Medyada 2. Cumhuriyet > Cumhuriyet ve direkleri

Cumhuriyet ve direkleri

Melih Aşık, 11 Mayıs tarihli Milliyet’teki yazısında, “Ülkede cumhuriyeti ayakta tutan belli başlı üç direk vardı” diyor, bu üç direği “TSK, CHP ve yüksek yargı” olarak sıraladıktan sonra,
“üç direk aynı anda çatırdatılıyor” hükmünü veriyor.
Çatırda(t)ma tanısı fazla sivri kaçmış burada. Ancak, Aşık’ın sözlerindeki asıl sorun bu tanıdan çok, “cumhuriyet” kavramıyla ilgili; “ülkede cumhuriyet” hep ayakta tutuldu mu gerçekten? Ülke yönetimi, ‘cumhuriyet’ olarak tanımlanmayı her zaman hak etti mi?
Bu soruyu sormak önemli, çünkü Melih Aşık dahil çok geniş bir kesim bu sorunun yanıtı yakın zamanlara kadar evetmiş de şimdi hayır olma tehlikesiyle yüz yüzeymiş gibi konuşuyor.
Cumhuriyet (Türkiye Cumhuriyeti değil, kavram olarak cumhuriyet) neydi, hatırlayalım: Yöneticilerini halk oyuyla seçen toplum düzeni. Sözgelimi birkaç gün önce seçim yapılan Britanya cumhuriyet değil, çünkü devlet başkanları, yetkileri sınırlandırılmış da olsa hanedan yoluyla geliyor. Britanya bir krallık (erkek egemen bir adlandırma daha: ‘kraliçelik’ değil, ‘krallık’!).
Evet, cumhuriyet olmanın belirleyici özelliği, yöneticilerin seçimle gelmesi. Peki, Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri her zaman seçimle mi geldi? Hayır.
1960 yılının 27 Mayıs’ından bu yana, yani elli yıldır, bu ülkede adı cumhuriyet olup kendisi bir türlü
tam olarak cumhuriyet olamayan yönetim biçimleri hüküm sürüyor.
Üç küsur askerî darbe ve onların öngördüğü belirleyici devlet kurumları, seçim dışı yollarla,
gücü elinde bulundurması sayesinde başa geldi. Darbe sonrası seçimlerinde de yönetim, yani
siyasi iktidar, seçilmiş olanlara gerektiği ölçüde teslim edilmedi, bkz. ‘vesayet’ dediğimiz olgu.
Kısacası, bizim toplumun yönetimi, cumhuriyet tanımına uyamadı gitti. Kişisel olarak, şu “ikinci cumhuriyetçi” adlandırılmasına da şaşırdım hep: Cumhuriyeti kesintilere göre numaralandıracaksak, şu an dördüncüsü sürüp gidiyor demektir: 29 Ekim 1923 birinci, 27 Mayıs ikinci, 12 Mart üçüncü, 12 Eylül dördüncü. Fiilî durum budur. Hukuken adı konulmadı diye gerçeklik değişecek değil.
Hayır, ben şimdi beşinci cumhuriyetçilik filan yapmıyorum. Yalnızca, toplumda varlığı belli olan cumhuriyet arzusunun somut karşılığında ne var ne yok, ona
dikkat çekiyorum. İlk cumhuriyet bir devrim cumhuriyetiydi, kendine özgüydü, ama devam etmeyen her devrim gibi sönümlendi ve sonraki kesintiler her seferinde ilkinin
biraz daha trajikomik bir
taklidinden başka bir şey olmadı.
Cumhuriyet hep yarım yamalak, ama Melih Aşık ve daha başkaları, sanki hep tammış, ayaktaymış da, şimdi onu ayakta tutan üç direk çatırdatılıyormuş gibi konuşuyor. Oysa o “üç direk”ten ikisi, iki devlet kurumu, tam da cumhuriyetin yarım yamalak kalmasında belirleyici
roller oynamış kurumlar.
“Üç direk”ten ortadakinin, yani CHP’nin durumu iyice dramatik. Bu parti cumhuriyetin yediği darbelerden beklediği yararı görmek şöyle dursun, her seferinde nasibini alıp eridi, ama hâlâ durumun adını koymaktan çekiniyor. Cumhuriyetin üç temel direğinden biri sayılmaktan gözleri kamaşmış, idraki dumura uğramış durumda. Baykal 10 Mayıs Pazartesi günü istifasını açıklarken, partisini belirleyen bu özelliği bir kez daha ortaya koydu, CHP’nin “sivil darbeye, sivil diktaya karşı mücadele”sinden söz etti, ama ‘askerî darbe/ cunta’ gibi sözcükleri ağzına bile alamadı. “Sivil” sözcüğünü hâlâ yalnızca ‘asker olmayan’ tanımıyla kullanıyordu. Tıpkı son günlerde sayfa boyu ilanlar veren “Sivil Dayanışma Platformu” gibi...
*
Cumhuriyetin durumu özetle bu: “Üç temel direği”nden elli yıldır darbe yiyen bir kurum. Seçilmişliği önemseyip öne çıkaran ekipler her zaman oldu ama, onların da bundan başka bir marifetlerini görmedik. Onlar da tamamlayıcı kavram demokrasiyi seçimcilikle bir tutageldiler. Şimdiki seçimci
ekip, yani AKP ve destekçileri, demokrasiyi “çoğunluğun sultası” (aynen böyle!) sanıyorlar.
AKP’liler, Baykal olayında da bu sulta anlayışıyla hareket ettiler. Onlar muhafazakârsa ve muhafazakârlıktan ne anlıyorsa, Baykal olayının da ona göre anlaşılmasını istediler: Suç oluşturan edim, görüntülerin elde edilmesi ve sergilenmesi değil, görüntülerin gösterdiği ‘olay’ın kendisidir, o anlayışa göre.
Bu yöndeki ilk faul, Baykal’ın istifa ettiği pazartesi gününün öğle saatlerinde Bülent Arınç’tan geldi. Arınç, Baykal’a olayı reddetmesi beklentisini yöneltti ve “kısaca reddedebilirse [sorun kalmayabilir]..” dedi, böylece etik açıdan herhalde en yapılmaması gereken şeyi yaparak Baykal’ın ve bir kadın milletvekilinin mahrem görüntülerini yayanlarla aynı zemine ayak basmış oldu.
Oysa bu olayda görüntülerin
gerçek olup olmadığı sorusunun hiç geçmemesi gerekirdi. Buradaki etik problem, bence, tecavüze uğramış kadının mini etek giymiş ya da ‘hayat kadını’ olup olmadığının söz konusu edilmesiyle aynı problemdir: Suçu mağdura aktarmak.
Sonraki saatlerde Başbakan’ın açıklaması vardı. İyi bir yerden başladı Başbakan, aslı “şüyuu vukuundan beter” biçiminde olan birinci sınıf bir atasözünü hatırlattı. Yani, bir olayın duyulup yayılması, meydana gelmesinden daha ağır bir durumdur... Tam, vay canına, iyi incelik filan diyecekken, ardından Başbakan da kapıldı aynı zaafa ve gerçek mi değil mi sorusuna katılmaktan kendini alamadı:
“Sayın Baykal’ın böyle bir yalanlamada bulunamaması üzüntümüzü artırmıştır” vb.
Bu odak kaydırıcı söyleme, deneyimli gazetecilerde de rastlandı. Bazıları, muhafazakâr bir parti ya da kesim olmanın, toplumun değerlerinin vb gerektirdiklerinden söz açtılar. Demek ki muhafazakârlık, insanların mahremiyeti sergilenirken, sergilenenler gerçek mi değil mi sorusunun peşine düşmek oluyor. Demek ki AKP muhafazakârlığına, o hengâmede mahremiyeti ve bir kadın milletvekilini hiçe saymak da dahil.
Bütün bunlar muhafazakârlıkla, halkımızın değerleriyle filan
değil, ilkellikle ilintilendirilebilir ancak. Demokratik hazırlık yetersizliği de diyebiliriz.

Dil Meseleleri
İmla kuralı: “Eroğlu’dan” değil, “Eroğlu’ndan”.
Bileşik sözcüklerin aldığı ekler, bileşimdeki ikinci sözcüğe göre düzenlenir : Bu kural özel adlar için de geçerli.

Necmiye Alpay, Radikal

13.05.2010

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız