Medyada 2. Cumhuriyet > Orantısız Güç...

Orantısız Güç...

Olup bitenlere elden geldiğince profesyonel gazeteci gözüyle bakmaya çalıştıkça giderek artan ölçeklerde, halkı gerçeklerden, olup bitenleri algılamaktan koparan, yanıltan, çarpık yönlendiren kamuoyu oluşturma dediğimiz bu çok tehlikeli silahı, medya gücünü ne kadar da haksız, orantısız bir güç olarak kullanmakta olduğumuzun ayırdına varıyorum...

Zamanla, reating kaygısı içinde yarışan haberci, programcı arkadaşlar, profesyonellik, tarafsızlık görüntüsü adına karşıt görüşlerden gazeteci, yorumcuları yayına alarak olabildiğince eşzaman süresi tanımaya yönelik bazen içtenlikle çaba da gösteriyorlar. Ortaya çıkan belki ilgi çekici, horoz dövüşünü andıran bir tartışma... Ancak halkın doğru bilgi edinme, haber alma, bilinçlenme hakkı boyutundan sorgularsanız... Gerçek bir kafa karıştırma, toplumsal barışa, demokrasimizin, insan haklarımızın gelişmesine zarar verecek; ülkemizin, çocuklarımızın geleceği için gerçek tehdit boyutlarında ayrımcılıkları, çatışmacılığı besleyen çarpık algılamalarla, önyargılı cepheleştirme...

Uluslararası gazetecilik örgütleri, insanlığın gerçeklerden uzaklaştırılması, çarpık yönlendirilmesi, kendine, çıkarlarına, haklarına yabancılaştırılmasında, ilişkilendirilmiş gazeteciler eliyle işlenen suçların günümüzde çok hafif kaldığını itiraf ediyorlar. Asıl tehlike orantısız medya gücünde... Gerçeklerin çarpıtıldığı bilgilendirme, yönlendirmelerde...

***

Uzatmadan ülkemize, günümüze, gündemlerimize dönersek, ben en çok tarafsızlık, profesyonel gazetecilik, bilim, gerçekler adına veriliyor gibi görünen bilgilerin gerçeklerin tam tersi olabilmesi, kullanılan doğru gibi söz ve yorumların tuzak olması hallerinden korkuyorum... İnsan hakları, demokrasi, demokrat olma, darbelerin karşısında durma, hak hukuk savunma, haktan yana durma... sivil, çoğunluk, demokratik, halkın iradesi, referandum, yenilikçi, statükocu..kavramlarının içleri boşaltılarak anlamlarının tam tersine kullanılabilmesinin sonsuz örnekleri karşısında panikliyorum..

Son iki gündür televizyon kanallarından en çok başdöndürücü gelişmelerin yaşandığı balyoz operasyonu için konuşmak üzere çağrı alıyorum... Güncel, önemli, haber değeri var, aykırı cephelerden varsayılan gazeteciler horoz dövüşündeymişçesine tartıştırılarak işin kuralına uyulmuş olunacak... Çağrıyı yapan meslektaşlarıma, sokaktaki vatandaştan daha fazla bir bilgiye sahip olmadığım bir konuda konuşamayacağımı, tartışmaya katılamayacağımı, aslında karşıt görüş olarak çağıracakları arkadaşların da benden farklı bir konumda olamayacaklarını, en azından hukukçuların tartıştırılmalarının daha bir yararlı olabileceğini söylediğimde, konudan ürküp görüş açıklamaktan kaçmış gibi yadırgandığımı, tepki aldığımı anlıyorum...

***

O sırada televizyon haber kanallarından birinde, her konuda her şeyi bilen otorite, ünlü 2. Cumhuriyetçilerden meslektaşım İstanbul başsavcısının balyoz operasyonundaki özel yetkili iki savcı yardımcısına işten el çektirmesinin yargı bağımsızlığına müdahale olduğunu göğsünü gere gere haykırabiliyor... Karşısında hukukçu olduğu için derdini olabildiğince hukuk diliyle anlatmaya çalışan bir uzman ise gelişmeler karşısında dosyalar hakkında bilgi sahibi olmadıkları için söz söyleme haklarının olmadığının altını çizdikten sonra, sadece ilgili hukuk madde düzenlemeleri bağlantılı gözaltı, tutuklama koşulları üzerinde duruyor. Yıllar öncesine ait bir suç iddiasında delil karartma, kaçma şüphesi olmayan yeri, görevi belli kişilerin sorguya bile çağrılmadan, gecenin bir saatinde evleri, işyerleri basılarak aranmaları, gözaltına alınmaları, tutuklanmaları, çok uzun süreli suçları belli olmadan yargılanmalarının hakka, hukuk maddeleri düzenlemelerine aykırı olduğunu bir bir anlatmaya çalışıyor... Dinleyenler bu anlatılanların bütününden hangi sonuçlara varıyor, önyargılarına göre nasıl cepheleşiyor?

12 Eylül Anayasasının değiştirilmesi, demokratikleşmesi gereği üzerinde bir toplumsal uzlaşmadan söz açılabilir. Tabii ki geçmişin tartışmalarının, yaşanmışlıklarının içinde olarak insan hakları, demokrasi, sendikal haklar, sosyal devlet ayağından, her birey gibi söyleyecek sözümüz de olmalı... AKPnin her üç taslağında da demokratik açılımların önemli bir ağırlıkla, yaldız içeriğinde sahte makyaj olarak kullanıldığı sırıtıyor... Özünde yargıyı tam ele geçirme operasyonu, kendi geleceğini, olası hesap vermelerini gözeten kaçış hesaplarının ötesine geçilmediği, demokrasi adına tuzaklarla dolu olduğunu anlatmaya çalıştığınızda, suçlama dalgalarıyla çarpılıyorsunuz... Türkiyenin yetersiz kalsa da sivil, demokratik açılımına, askeri vesayetten, üst yargı kurumları sultasından kurtarılmasına, katı Cumhuriyetçiler, Kemalistler, laikçiler sultasından arındırılmasına karşı duran..oluyorsunuz... Dinleyenler önyargılarına göre, sloganlarla biraz daha katı bölünüp cepheleşiyor...

Şükran Soner, Cumhuriyet

08.04.2010

Konu ile ilgili sayfalar...
7/3/2017 - 15 Temmuz’un ilk entelektüel sonucu ...
9/20/2016 - Garip ilişkiler...
8/16/2016 - Mehmet Altan: Türkiye, 'İkinci Cumhuriyet' kavramına mecburen geri dönecek...
8/12/2016 - Batı’nın “Yeni Türkiye” kuşkusu ...
4/25/2016 - Siyasal İslam ve İkinci Cumhuriyet ...
Bütün başlıklar için tıklayınız