Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > Türkiye ekonomisinin ihtiyacı reform iradesidir

 Türkiye ekonomisinin ihtiyacı reform iradesidir

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Wall Street Journal’ın uluslararası baskısında İngilizce olarak yayımlanan ve Türkçe çevirisi WSJ Türkiye’de yer alan yazısı Türkiye’nin orta gelir tuzağında olduğu tespitini yapıyor ve buradan çıkmak için yeni yapısal reformlar yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Şimşek bu konuda haklıdır ancak Türkiye’nin duraklamasına yol açan politikaları uygulamış hükümetin bir üyesi olarak sorumluluk almaktan kaçınması üzücüdür. Kendisinin de dâhil olduğu hükümetler son sekiz yılda yeni reformlar yapmak bir yana, daha önce yapılmış olan yönetişim ilerlemelerinden de geri adım atmıştır. Türkiye’yi refaha ulaştıracak bir yol haritası çizmek için önce mevcut durumu doğru tespit etmek gerekir.

Türkiye bugün kendi standartlarına göre bir iktisadi durgunluk içerisindedir. Yıllık ortalama en az yüzde 6 büyümesi gereken bir ekonominin yüzde 3,5 büyüyor olması bizden de yavaş büyüyen ekonomilerin varlığıyla kendimizi avutamayacağımız bir durumdur. Şimşek’in de yazısında değindiği, AKP iktidarı döneminde yaklaşık 3.500 dolardan 10.800 dolara çıkan kişi başına gelir rakamı, bunun çok büyük kısmı reel gelir artışından değil lira/dolar paritesinin değişmesinden geldiği için yanıltıcıdır. 12 yıllık AKP iktidarında üretim reel olarak yıllık ortalama yüzde 5 büyüyerek uzun dönem ortalamasını takip etmiştir. Burada altı çizilmesi gereken husus bu 12 yılın birbirinden çok farklı iki alt dönemi kapsadığıdır.

2001 krizinden sonra büyük bir üretim açığı olan Türkiye, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin IMF ile imzaladığı stand-by anlaşmasının gerektirdiği reformları yapmaya başlamış, 2002 seçiminden sonra kurulan AKP hükümeti de devraldığı IMF programını harfiyen devam ettirmiştir. Hem bu dönemde yapılan hukuki düzenlemeler ve özellikle programı takiben tesis edilen bütçe disiplini, hem de kriz ile meydana gelen çıktı açığının sadece talebi idare ederek kapatılabiliyor olması 2002-2006 döneminde yüzde 7,2’lik hızlı bir ortalama büyüme ortaya çıkarmıştır.

Hükümetin takip ettiği IMF programının reform listesinin 2006’da bitmesi ve programın kağıt üzerinde iki yıl daha devam ettikten sonra 2008’de sonra ermesi ile, efektif olarak 2007’den beri, ülkemiz bir iktisat politikası boşluğu içerisindedir. Hükümet biten programın yerine yeni bir iktisat politikası çerçevesi çizememiştir. Küresel kriz Türkiye’ye özgü bu durumun yaygın olarak fark edilmesini bir süre ertelemiş de olsa, kapsamlı bir büyüme politikasının olmayışı son birkaç yılın zayıf büyüme performansı ve buna bağlı olarak artan işsizlikte kendini göstermiştir.

Büyüme performansının düştüğü dönem ile AKP’nin reformlardan vazgeçip ülkeyi otoriter bir parti devletine dönüştürmeye çalıştığı dönemin aynı dönem olduğunu özellikle vurgulamak gerekir. Türkiye’yi müreffeh bir ülke yapacak olan sosyal piyasa ekonomisi iyi işleyen bir piyasa ekonomisini, bu da denetleme ve düzenleme görevini etkin ve tarafsız yapan bir devleti gerektirir. AKP iktidarının ikinci döneminde hükümet kamu ihale kanunu ve bağımsız kurumların siyasi baskıya tabi olmamaları gibi kilit önemdeki reformlardan geri adım atmış, ülkeyi hükümete yakınlığa bağlı olarak imar rantı dağıtılan bir ahbap çavuş kapitalizmine sevk etmiştir. Kolay elde edilen imar rantı sanayi şirketlerimizin inşaata yönelmelerine ve ülkenin sanayisizleşmesine neden olmuştur. AKP politikalarının doğrudan sonucu olan bu durumdan hükümetin en uzun süredir kabinede olan bakanı Ali Babacan dahi rahatsızlığını yüksek sesle dile getirirken, belli ki elinden ahbap çavuş kapitalizmini ve hükümet tarafından yandaşlara rant dağıtılmasını engelleyecek bir şey gelmemektedir.

Hükümetin yapısal reformlar ile Türkiye’nin üretim kapasitesini artırmak yerine genişlemeci maliye politikası ve Merkez Bankası’na baskı uygulayarak yapay olarak düşük faizler ile talebi artırmaya çalışmasının doğal sonucu yıllardır hedefin çok üzerinde olan enflasyon ve tarihi rekorlar kırmış olan borçluluk ve cari açıktır.

Şu halde, bugün öncelikli olan üretim kapasitemizi artırmaktır. Bunun için Türkiye’nin daha işlevsel bir piyasa ekonomisine, bunun yarattığı geliri adil dağıtacak sosyal politikalara ve en önemlisi ülkede rant aramayı değil üretimi teşvik edecek iktisat politikalarına ihtiyacı vardır. Üretim kapasitemizi artırabilmemiz daha fazla fiziksel sermayeye, makine ve teçhizata; daha büyük bir iş gücüne ve iş gücümüzün daha fazla beceriye sahip olmasına bağlıdır. Yapısal dönüşüm ve reform ile kastettiğimiz budur.

Türkiye’de yatırımların artması için ülkemizin yatırım yapılabilir bir ülke olması gerekir. İktidar eliyle banka batırılan, Merkez Bankası’nın hükümet baskısı altında olmasının ekonomik risk yarattığı, adalet sistemi siyasi rüzgâra göre işleyen bir ülkede olumlu bir tasarruf ve yatırım ikliminden bahsedilemez. Bu sorunların onları yaratan AKP hükümeti eliyle çözülemeyeceği açıktır. Yatırımları canlandırmak için öncelikli ihtiyacımız iktidarın şerrine uğrama korkusu olmayan, devletin denetleme ve düzenleme görevini etkin ve tarafsız yaptığı, adalet sisteminin hem bağımsız hem tarafsız olduğu bir düzendir.

Benzer şekilde devletin iktisadi davranışlarında hesap vermez ve tahmin edilemez olmasının yarattığı belirsizlik de yatırımların önünde engeldir. Bütçe uygulamaları hangi partinin iktidarda olduğundan bağımsız olarak ana muhalefet partisinin başkanlık ettiği bir komisyon tarafından denetlenmeli, TOKİ ve belediye şirketleri gibi devasa bütçeli kurumların harcama ve borçlanmalarının halktan saklanmasına son verilmelidir.

İşgücü tarafında esas olan kadınların işgücüne katılımlarının önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Hükümetin kadına sadece anne olarak değer veren, anneliği de ev kadınlığı ile bir tutan politikaları nüfusun yarısının iş gücüne katılmasını engellemektedir. Kadınlar anne ve/veya ev kadını olmayı seçebilirler, bu seçim onlar adına devlet eliyle yapılmamalıdır. Nüfusunun yarısının iş gücüne katılamadığı bir Türkiye müreffeh bir Türkiye olamaz.

Devlet eliyle yaygın okul öncesi eğitim sağlanması, kreş ve anaokullarının tüm çocuklarımız için mevcut olmaları hem çocuklarımız hem anneleri için elzemdir. Sadece annelere uzun doğum izni verilmesi gibi kadınları işveren için daha maliyetli hale getiren politikalar kategorik olarak reddedilmelidir. Doğum izni anne ve baba için aynı uzunlukta olmalıdır. Amaç kadınları çalışmaya zorlamak değil çalışmak isteyen kadınların önündeki toplu taşıma, sokak aydınlatması gibi bugün üzerinde hiç düşünülmeyen engelleri de kaldırmaktır. Kadın iş gücüne katılım oranının bugünkü yüzde 30 olan düzeyinden yüzde 50’ye dahi yükselmesi Türkiye’nin çehresini değiştirecektir.

İşgücünün becerilerinin artması eğitime bağlıdır. Eğitim sistemi Türkiye’nin en büyük sorunudur. Yıl itibariyle eğitim düzeyi yavaşça artıyor olmakla birlikte eğitim kalitesi hızla düşmektedir. Bugün çocuğunun okulundan, aldığı eğitimden, girdiği sınavlardan memnun olan veli yok. İyi öğretmenlerle kötü eğitim veren bir eğitim sistemine sahibiz. Bu bir sistem sorunudur. Çocuklarımıza ezber yerine düşünmeyi öğretebiliriz; bunu hedefleyen bir eğitim politikasına ihtiyacımız var. Matematik ve fen bilen, bundan keyif alan, İngilizce konuşabilen, dünyadan haberdar bir nesil yetiştirmek hem öğrencilerimizi insan olarak zenginleştirmek hem işgücünün beşeri sermayesini artırmak için eğitim sistemimizin temel amacı olmalıdır.

Hâsılı, Türkiye’nin iktisadi sorunlarının kaynağı da, bu sorunların çözüm yolları da bellidir. Sorunları yaratmış olan hükümetten bunları çözmesini bekleyemeyiz. İhtiyaç duyulan reform iradesi olan yeni bir hükümettir.

—Selin Sayek Böke, CHP Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı.

wsj.com.tr, 08.10.2014

 


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.