Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > 'Türkiye'nin IŞİD'e karşı tutumu değişmedi'

'Türkiye'nin IŞİD'e karşı tutumu değişmedi'
NTV'de soruları yanıtlayan Kültür Bakanı Ömer Çelik, ''Türkiye'nin IŞİD'le mücadelede tutumu değişti mi?'' sorusuna ''Aslında tutumun değişmesi gibi bir durum yok, tutum aynı. Biz bu olaylar olmadan önce IŞİD'i terör örgütü olarak ilan etmişiz'' yanıtını verdi.

ANKARA - Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, NTV canlı yayınında Ahmed Arpat'ın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

 

Bakan Çelik'e, Türkiye'nin IŞİD'le mücadeledeki yeri ve tampon bölge çalışmaları da soruldu.

Türkiye'nin ulusal çıkarlarına göre hareket edeceğini belirten Çelik, "Türkiye muharip güç olmaktan titizlikle sakındı" ifadesini kullandı.

Amerika Birleşik Devletleri'nin önderliğini yaptığı koalisyon genişliyor, 50'den fazla ülke katılmış durumda koalisyona. Türkiye en başta rehine krizi nedeniyle o koalisyona mesafeli yaklaşmıştı yalnızca insani yardım demişti. O kriz çözüldükten sonra Amerika Birleşik Devletleri tarafından gelen bazı talepler var. Hükümet biraz daha temkinli ama sayın cumhurbaşkanı ''Siyasi askeri sonuna kadar destek verilecektir'' dedi. Türkiye'nin IŞİD'le mücadelede tutumu değişti mi?
Aslında tutumun değişmesi gibi bir durum yok tutum aynı. Biz bu olaylar olmadan önce IŞİD'i terör örgütü olarak ilan etmişiz. Burada yıllardır diyoruz ki bu terör meselesi kimin canını yaktığına veya kime tarafgirlik yaptığına göre değerlendirilen bir mesele olduğu sürece güçlenir. Daha IŞİD'e müdahaleden bahsedilirken daha tehlikeli bir örgüt diye Horosan adlı bir örgütün haberleri düşmeye başladı. Öteden beri sayın cumhurbaşkanımız ve sayın başbakanımız burada ne tür bir siyasi düzenleme kurulacağı konusunda kafada bir netlik olmazsa terörle mücadele konusunda da mesafe alınması mümkün olmaz. Türkiye diyor ki; bölge halklarının iradesini yansıtacak şekilde yönetimler oluşsun. Bu oluşmadığı sürece belli bir etnik grup mezhebi grup ya da sadece batının istediği şekilde denklemler kurulduğu zaman dışarıda kalanlar mezhebi ya da etnik dayanışmayla kolaylıkla terör örgütlerinin safına kayabiliyor.

Biz bunun gelişini adım adım gördük ve uyardık. Irak'ta Maliki'ye karşı yaptığımız uyarıları alt alta koyduğumuz ortaya çıkan tablo şuydu; Amerika Birleşik Devletleri Irak'a girdi Saddam'ı devirdi. Bir istikrar dönemi oluştu. Arkasından orada halkın bütünlüğünü yansıtacak bir yönetim ortaya çıkması durumuyla bir de müdahale edenlerin ya da batılı devletlerin istediği şekilde yönetim ortaya çıkması gibi bir durum gerilim yarattı. Sonuçta bölgeyi iyi okuyamayan bizim kadar bölgeyi iyi bilmeyen bir takım odaklar belli bir hükümet yapısına destek verdiler. Oradaki hükümet yapısı da mezhebi bir takım reflekslerle diğer mezhepleri dışlayan onların bakanlarının önüne tank diken uygulamalar yaptı. Oradaki yeni duruma karşı memnuniyetsizler cephesi gittikçe genişledi. Ortaya bir de terör örgütü çıkınca IŞİD diye bunda hükümet yapısının dışında kalmış Sünni aşiretler, Saddam Hüseyin zamanından kalmış askeri kurmaylar gibi karmaşık bir yapıdan bahsediyoruz. Herhangi bir siyasi stratejiniz yoksa bir askeri strateji üretmeniz tek başına hiçbir zaman sonuç alıcı bir durum değildir. Siyasi stratejinin içine yerleştirilmemiş bir askeri strateji zafer getirse bile aleyhinize sonuçlar doğurabilir. Burada bütün mezhep gruplarını etnik grupları Irak'ın temel dinamiklerini içine alacak bir siyasi strateji ortada yoksa IŞİD'e karşı koalisyon kurup bertaraf edersiniz ama arkadan daha güçlüsü çıkar. Maalesef bu kısır döngüyü yaşıyoruz.

Peki sayın cumhurbaşkanının söylediği askeri destekten ne anlamak gerekir? Acaba İncirlik'in kullanıma açılması mı demek, Türk savaş uçaklarının bombardımana katılması mı demek, Türk askerinin sınırı geçip IŞİD'le karşılaşması mı demek?
Siyasi destek ben bu mücadeleyi destekliyorum, içindeyim demek olur. Askeri destekse kendi içinde çeşitli parçalara ayrılır. Lojistik destek olabilir, operasyonların içinde yer almak olabilir en uç noktasında da muharip güç olmak var. Bu muharip güçte kendi içinde parçalara ayrılır. Hava desteği vermek, ya da kara birlikleri ile girmek vesaire. Türkiye bölgede bütün olaylarda muharip güç olmaktan büyük titizlikle sakındı. Libya meselesinde bunu gördük ortada bir karar yokken Fransa müdahale etti ve yeni bir haçlı seferi pozisyonu çıktı. Türkiye kendi ulusal prensipleri ve ulusal çıkarları açısından pozisyonu netleştiriyor. İkincisi, Türkiye bölgesel bir misyon üretiyor. Muhakkak süratle Arap birliğiyle birlikte hareket etmeyi önemsiyor. Üçüncüsü de BM ile hareket etmeyi önemsiyor. Dolayısıyla bugün sayın cumhurbaşkanımızın o açıklamasını devamında bunları otururuz görüşürüz ve son kararımızı veririz diye. Yani buradan hemen Türkiye askeri müdahalenin içine girecek ve muharip güç olacak gibi sonuç çıkarmamak gerekir. Türkiye bölgede şimdiye karda Esed'in yaptığı devlet terörü, diğer terör gruplarının yaptığı terör, El Kaide'nin yaptığı terör ya da Suriye'nin kuzeyinde PYD'nin yaptığı terör gibi olaylara dikkat çektiğinde bu dikkate alınmadı. Şimdi ise IŞİD meselesi Türkiye'nin 2-3 yıl evvelden terör örgütü ilan ettiği örgüt o zamanda dünyanın gündemine alınmadı. Şimdi bir takım çıkarları aleni biçimde tehdit eden ve büyüyen bir yapı durumuna geldi. Dünyanın güvenliği herkesin güvenliği midir yoksa belli başlı batılı ülkelerin güvenliği midir? İkinci bir reflekste bu tür terör olayları konusunda sessiz kalan ülkelerin sözcüleri çıkıp sanki, Türkiye test edilecek bir ülkeymiş gibi Türkiye acaba IŞİD'le ilgili koalisyona katılacak mı katılmayacak mı? Tam tersine Türkiye IŞİD'İ terör örgütü ilan ettiği zaman ya da bölgedeki yüzlerce terör örgütüne karşı Türkiye sesini yükseltip tek başına kaldığı zaman aklınız neredeydi. BM uçuşa yasak bölge ya da tampon bölge oluşturması için Suriye'de ilk ortaya atılan şart, Esed hava kuvvetlerini kullanırsa bunu kırmızı çizgi sayarız ve müdahale ederiz. Tam kapasite kullandı hava kuvvetlerini kimse sesini çıkarmadı. İkinci aşamada kimyasal silah kullanırsa kırmız çizgidir denildi. Kimyasal silah kullandı hala da kullandığına dair haberler geliyor orada da bir ara müzakere yolu bulunarak yine vazgeçildi. Yani bu terör karşı işbirliği konusunda oluşturulan koalisyonların prensipleri nedir? Dün mesela yabancı savaşçılara karşı işbirliği metni yayınlandı ama orada herkes devlet hükümet başkanları düzeyinde katıldı. İki BM güvenlik konseyi üyesi ülke dışişleri bakanı düzeyinde katıldı. Bu iki ülkede Suriye meselesinde veto hakkını kullanan ülkeler.

Tezkere akla geliyor 2 Ekim'de hem Suriye hem Irak için tezkere Genel Kurul'a gelecek. İçerikleri nasıl olacak?
Türkiye PKK meselesinin ötesinde bölgede ortaya çıkmış pek çok terör örgütünü kapsayan bir tezkere göndermiş olacak Meclis'e. Burada tezkere yoluyla bir mesaj daha verilmiş oluyor. Türkiye kendisine karşı sıcak tehlike ve tehdit içeren örgütlere karşı bu tezkereleri içeriklendirirken, bölgedeki terör örgütlerinin genişlemesi sebebiyle çok aktörlü bir tanımla yaparak bu tezkereyi oluşturacak. Yani Türkiye'nin burada prensipler üzerinden yürüttüğü hareket kimileri tarafından romantik ve hayali bulundu. Türkiye'nin dikkat çektiği sakıncalara zamanında eğilinmemesinin bölgede çok aktörlü tehdit ortaya çıkardığını ve işin daha karmaşıklaştığını görüyoruz.

Rusya, Çin ikna olur mu tampon bölge ya da güvenli bölge için? Bir bu ayrımı nasıl çizmek lazım ikisi arasında?
Bundan en çok canı yanan ülke Türkiye'dir. Bu kadar sınırı geçmiş insanı misafir ediyoruz ve sayıları giderek artıyor. Bunun ekonomik yükü yettiği oranda Türkiye bunu kaldırır. Ama bir de insani maliyeti var bunun. Bu insanlar pek çok vatandaşımızın akrabası. Bütün dünya geliyor kamplardaki standardı görüyorlar ve sayın cumhurbaşkanımıza ve sayın başbakanımıza siz bu tip kamplar konusunda dünyadaki standartları yükselttiniz diyorlar. Bütün bunun mali yükü içinde batılı ülkelerin katkısı çok küçük kalıyor. Müttefiklikse onu burada da göreceğiz. Bir takım değerler uğruna dünyanın her tarafından ölüme beraber gitmişsek Kore savaşından başka yerlere kadar bu insani yardımlaşmada da bu müttefikliği görmek durumundayız. Bizim müttefiklik ilişkilerimiz var, Türkiye'nin ulusal çıkarları var, bölgeye dönük bir perspektifimiz var, bölgemizde bundan sonra demokrasinin hakim olmasıyla ilgili vizyonumuz var tüm bu bileşenler masaya yatırılır ve ortaya bir şey çıkar. Musul'dan Halep'e kadar bir çizgi çekin Türkiye'ye tarafına bakan bölümü ciddi bir istikrarsızlık alanı. Türkiye gibi büyük bir sınırı olan ülke açısından pek çok tehdit olacak yapı var. Ayrıca bu kadar büyük bir mülteci akını geldiğinde bunların Türkiye sınırları içinde belli bir aşamadan sonra konumlandırılması güçlükler yaratacak. Türkiye'nin istediği o insanlar sırırın bu tarafına geçmeden onlara güveni bir hayat alanı yaratalım. Bunun içinde askeri güvenlik stratejisi sağlanması gerekir. Tabi bununda birlikte yapılması gerekiyor. Ama bunu BM Güvenlik konseyinin bazı üyeleri Suriye'ye müdahale gibi sunuyorlar. Peki Suriye'ye müdahale olmasın diyenler Suriye'deki bu sistematik katliam karşısında nasıl bir tavır geliştiriyorlar, çözümleri nedir?

ABD Dışişleri Bakanı Kerry, IŞİD'den bahsederken onu ortaya çıkaranlar Esed'in gitmesi için gayret gösterenler gibilerinden açıklamalar yaptı. Türkiye olarak bu açıklamadan bir alınganlık yapmak gerekir mi?
Aslında Esed rejiminin bu haliyle kalıcı olmasını isteyenler ürettiği bir argüman vardı. O da eğer Esed giderse bu rejim devrilirse bunun yerine kimler gelecek diye bir soru sordular ve radikal grupların yerine geleceğini söylediler. Burada kasıt Suriye ulusal konseyimi ya da Özgür Suriye Ordusu'nu radikalizmle yaftalamaktı. Defalarca ortaya kondu ki Esed kaldığı sürece orada radikalizm büyüdü. Şimdi deniyor ki IŞİD ve benzeri örgütleri Esed'e karşı birileri büyüttü. Esed'in kalmasını isteyenlerin hayali bir radikalizmle Özgür Suriye Ordusu ya da Suriye Ulusal Konseyi'ni yaftalamak şeklide sürdürdükleri çabanın devamı. Hakikatten insanlık dışı işlere imza atan radikal gruplar var, bu yapıları belli bir radikalizm çerçevesine çekmeye çalışan yapılar var. Bununla sonuna kadar mücadele edelim. Ama buradan yola çıkarak Suriye halkının meşru muhalefetini ve meşru mücadelesini radikalizmle yaftalama çabasına biz müsaade etmeyiz. Bu Esed kalsın diyemeyenlerin dolaylı bir yolla Esed'in kalıcılığına hizmet eden bir mantık yürütme biçimidir. Orada bir tek Türkiye sonuna kadar hiç kimse fiili durum yaratmasın, buradaki kaostan ortaya çıkarak bir kanton oluşturmasın, fiili yönetim oluşturmasın dedi. Özgür Suriye halkı Suriye'nin geleceğine kendisi karar versin denilmiştir. Arap Baharı bütün bölge dünya için büyük bir fırsattı bunun gelişini ilk gören ülkelerden biri Türkiye'dir. Diğerleri Arap Baharı'nın sonucunda kendilerine yakın iktidarların mı uzak iktidarların mı geleceği tartışmasından ya da güvenlik kaygısından maalesef Arap Baharı'nın getireceği demokrasi dalgasını bir kırılganlığa uğrattılar ve bu terörizm dalgası ortaya çıktı.

Rehine krizi Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştı. Hafta sonu tüm dünya tarafından saygı gören bir operasyonla rehineler serbest kaldı. O rehine krizi nasıl doğdu, konsolosluk neden boşaltılmadı gibi sorular var?
Son 5 yıl içinde hangi ülkelerin büyükelçilikleri, konsoloslukları basıldı ve maalesef Allah Türkiye'yi böyle sonuçlardan korusun başka büyük devletlerin büyükelçilerinin öldürüldüğü sonuçlar ortaya çıktı. Merkezden bir takım gelişmelere karşı emir gitmiştir. Türkiye hiçbir elemanına orada riske sokmaz. Burada yapılmak istenen başbakanımızı dışişleri bakanlığı döneminde doğrudan hedef almak üzere ve AK Parti hükümetlerinin dış politikasını hedef almak üzere aslında bir şey söylenmeye çalışılıyor. Bu muhalefet tarafından önce soru biçimine söylendi sonrada gündeme getirildi özellikle Cumhuriyet Halk Partisi tarafından. Sanki konsolos oradan ayrılmak istedi Türkiye hayır orada kalacaksın dedi. Merkez tabi ki bir emir gönderir kal ya da boşalt diye. Burada oranın boşaltılması için gereken hazırlığın yapılması şeklinde emir gidiyor. O hazırlığın dışişleri içinde bir prosedürü var. Oradaki yerel unsurunda bir takdir hakkı vardır. Orada konsolos buradan çıkmamız Türkiye'ye varmak için bağlantı yolları dikkate alındığında bizim açımızdan güvenli sonuç doğurmayabilir. Biz bu takdir hakkını dikkate almazsak oradaki yerel şartları değerlendiren, her gün Türkiye'ye belki de büyükelçiliğe kripto geçen orada devletin temsilcisini biz dikkate almazsak bu doğru bir iş değil. Bunu sanki bir kasıt varmış gibi sunmak akıl tutulmasıdır.

Kobani’den gelen 140 binden fazla Suriyeli Kürt ülkemizde. Türkiye Kobani’ye nasıl bakıyor, bir askeri yardım söz konusu olabilir mi?
Suriye’de bu olaylar başlamadan evvel Kürtlerin Suriye’de hiçbir hakkı yoktu. Kimlik bilgileri yoktu. Belki de dünya tarihinde ilk defa Suriye’deki Kürtlerin hak sahibi olmasını, onların bu dışlanmışlıktan kurtulmasını gündeme getiren kişi sayın cumhurbaşkanımız ve başbakanımız olmuştur. Bizim sanki Suriye’deki Kürtlerin kazanımlarına karşıymışız gibi gösterilmesi hele de bunun HDP’li milletvekilleri tarafından yapılması doğrusu çok ayıptır. Kürtlerin diğer gruplar gibi Suriye’de kazanımlarına karşı değiliz. Karşı olduğumuz bu bölgelerde PYD’nin diğer Sünni grupları dışlayarak, diğer Kürt grupları dışlayarak fiili yönetim oluşturması kabul edilemez. PYD’nin o zaman, zaman zaman Esad’la işbirliği yapan zaman zaman karşı duran ikili taktikler gütmesi Esad’ın o bölgeyi onlara terk etmesiyle kalmışlardır orada. Bir müddet orada Esad’ın karakolu gibi hareket etti sonra bağımsız hareket etmeye başladı. Bir gün Suriye halkı kararı verir burası Kürtlerin özerk bölgesidir derse buna kimsenin diyeceği bir şey yok. ama birileri orada Sünnilik adına fiili yönetimler oluşturursa, birileri Kürtler adına birileri başka şekilde fiili yönetimler oluşturursa o bölgede birden çok Esad türer. Dün PYD başkanı da PKK’lı yöneticilerde söyledi Türkiye 49 kişiyi kurtarma karşılığında IŞİD’in Kobani’ye saldırısına müsaade etmiş. Türkiye için büyük bir tehdit olduğu göstermiş, sayın cumhurbaşkanımız BM’de IŞİD’e karşı mücadelenin aralıksız sürmesi gerektiğini söylemiş bu saatten sonra Türkiye IŞİD’e yol verdi demek bunu söyleyenler ister HDP’li olsun ister PYD’li olsun Kobani’deki Kürt halkını düşünmüyorlar, onların dramı üzerinden kendileri için bir siyasi proje üretmeye çalışıyorlar.

Çözüm süreci Kobani’de sıkışmıştır yorumları yapılıyor, 'Kobani düşerse çözüm süreci düşer açıklaması' geldi Kandil’den.
Bunları ciddiye almam cevap vermekte istemem. Biz Kobani’ye insani bir mesele olarak bakıyoruz. Kimsenin özel siyasi projesini üretmesine izin vermeyiz oradan. Özellikle Kürt vatandaşlarımız bilsinler bu şekilde konuşanların ne Kobani’deki ne de bizim tarafımızdaki Kürt vatandaşlarımızın iyiliği ile ilgili bir düşünceleri yok. Çözüm süreci de ne Erbil’e ne Kobani’ye sıkışır. Çözüm süreci şantaj süreci değildir, birilerinin gayrimeşru vergi toplamasına taviz süreci değildir, çözüm süreci demokrasi sürecidir.

5.sınıftan itibaren yani 9-10 yaşındaki çocuklar başörtüsü ile derslere girebilecekler. Muhalefet o yaşta bir çocuğun kendi iradesi olmaz diyor. Hükümet bunu inanç özgürlüğü ve insan hakları tabanına oturtuyor. Bu durumun öğrenciler arasında bir ayrım oluşturacağını düşünenler de var.
Bu ayrım meselesi üniversiteler içinde konuşuldu ama tam tersine üniversitelerde toplumsal barış daha çok arttı. Normalde genç insanların böyle bir derdi yok. Genç insanlar adına kaygı duyan yaşlı zihniyetlerin böyle bir derdi var. Aslında her bireyin hayatı kendisine aittir. Ama çocuk söz konusu olduğun ocuk konusunda söz söyleme hakkı devlete mi aittir ailesine mi aittir? Modern ulus devletinin ortaya çıkmasıyla birlikte bu hak devlete verildi ama zaman içinde gelişen yaklaşımlar bu hakkın devlete verilmesinin aslında devletin yarattığı toplumsal ev siyasi mühendisliğin bir sonucu olduğunu ortaya koydu. Burada bu hak ailelere veriliyor. Nasıl ki bir çocuk şu kıyafetle gidiyorsa bu kıyafetle gidiyorsa o çocuklarda o kıyafetlerle gitmek istiyorlarsa gitsinler. Önemli olan burada çocuklar okula gitsinler. Özellikle kız çocukları okula gitsinler. Çocuklar üzerinde devletten önce söz sahibi olma hakkı ailenindir. Çocuk büyüdükten sonrada ne devletindir ne ailenindir kendisi ile ilgili söz söyleme hakkı sadece kendisinindir.

HSYK seçimlerine gelecek olursak, bağımsız tarafsız olmasını beklediğimiz kurum seçime gidiyor ve bazı gruplar cemaate yakın diyoruz, hükümetin desteklediği başka grup diyoruz, Yarsav diyoruz üç grubun bu şekilde yarışması ve ölüm kalım meselesine dönmesi sağlıklı bir durum mu sizce?
Mesela Türkiye'de demokrasi mi hakim olacak jüristokrasi mi hakim olacak? Türkiye ciddi bir jüristokrasi tehdidiyle karşı karşıyadır. Alenen yapılan açıklamalardan bunu görüyoruz, medya desteğinden görüyoruz bunu Türkiye yargıçlar devletine çevrilmeye çalışılıyor. Bu grupları haklimler ve savcılar kendi iç örgütlenmeleri olarak kurabilirler ama bizim baktığımız yüksek prensip Türkiye'de demokrasi mi hakim olacak jüristokrasi mi hakim olacak meselesidir. Kuvvetler ayrılığı meselesi niçin icat edilmiştir? Demokratik sistemin dinamik bir biçimde işlemesi için icat edilmiştir. Ama birileri kuvvetler ayrılığı prensibini bir kuvvetler ayrılığı derebeyliğine dönüştürürse jüristokrasinin hakimliği için orada görünürde tarafsız bir yargı olur ama demokratik sistem için oligarşik bir yapılanmaya dönüşür. İdeolojik kimliği ne olursa olsun bağımsız ve tarafsız yargı istiyoruz. Ama alenen jüristokratik bir refleksle seçilmiş demokratik siyasi iktidarla bilek güreşi içine giren, Türkiye'nin demokratik süreçleri ile mücadele içine giren, Türkiye'nin dış politikasından içeri de çözüm sürecine kadar şu ya da bu şekilde tavır belirlemeye kalkan, bir bakıma alternatif iktidar iddiasında olan jüristokratik bir durumla Türkiye karşı karşıyadır.

Olursa seçimi hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformu kazanırsa o zaman birileri çıkıp yargıda hükümet vesayeti gibi bir cümle kursa ne dersiniz?
Türkiye bir süreç geçiriyor, bu yargılanmaların, dinlemelerin nasıl özel grupların özel inisiyatifi ve amaçları için üretildiğine dair. Dolayısıyla ortada fiili bir olumsuzluk var. Bununla mücadele etmek için yargı tek bir renge bürünmesin diye bir takım oluşumlar ortaya çıkmışsa bu oluşumların içinde her gruptan insan var. Bunların ortak noktası yargıyı korumak. Dolayısıyla bu gruplar kendi içinde çoğulcu mudur değil midir buna bakacağız. Mesela sadece tek renkli jüristokratik reflekse karşı yine tek renkli jüristokratik refleks mücadele ediyor olsa ikisine de karşı çıkacağız. Bir devlet ileriye giderken yargısından destek alır. Yargı demokrasiye haddini bildirme kurumu değildir. Yargı bu ülkenin en kıymetli kurumudur. Orasının bağımsız bir tarafsız olması bu ülkenin geleceği açısından son derece önemlidir.

Türk sinemasının 100. yılı kapsamında yapılan çalışmalar var onlardan biraz bahsedelim mi?
Bakanlık olarak destek verdiğimiz  filmlerin pek çoğu uluslararası festivallerde ödül alıyor. 50 milyona ulaşmış bir Türk seyircisi var ve bunun yüzde 58’i yerli seyirci. Bu rakamla Avrupa’da birinci sıradayız. Pek çok filmin korunması ve dijitalleştirilmesi için bir altyapı hazırladık. Ekim ayı itibariyle bunların restorasyonuna başlıyoruz. Sinema ve arşiv müzesi kuruyoruz. Bu yıl sinemaya verdiğimiz desteği iki katına çıkardık. Bir de ben arkadaşlarımıza söyledim Tük filmleri Oscar’a girerken nasıl bir strateji izlenmesi gerektiği ile ilgili bakanlık olarak her aşamada devrede olacağız. 2023’le ilgili vizyonumuzu üretiyoruz. 100 milyon seyirciye ulaşmayı hedefliyoruz. Sinema seyircisinin en nitelikli 100 filmi seçtik, bunun içinden ilk 10’u seçtik. Bu ilk 10’un  içinde 3-4 film uluslararası festivallerde de ödül almış filmler. Aslında Türk sinema seyircisinin zevklerinin ve yaklaşımının uluslararası festivallerdeki yaklaşımlar örtüştüğünü görüyoruz. Bundan sonrasında en azından bu yıl 100 yerli filme ulaşmayı hedefliyoruz.

Edebiyat alanında ilk defa 40 isme teşvik verdiniz. O isimler neden gizli kaldı?
İlk defa veriliyor ve seneye iki katına üç katına çıkaracağız. İki eleştiri geldi isimler neden açıklanmıyor ve jüri neden gizli diye. Birincisi jüri üyelerinden bu talep geldi, biz bu kararı verirken özgür olmak istiyoruz diye. Edebiyat desteği alan kişinin kendisi açıklamadığı sürece biz açıklamayı uygun görmüyoruz. Bir destek aldı diye elleştirilmesini istemiyoruz. Ödül aldığı zaman destek aldığı için bu oldu gibisinden maalesef çok acımasız bir tartışma ortamı var. Onlar açıklamadığı sürece biz açıklamayacağız.

Örneğin Gezi sürecini anlatan bir roman yazmak isteyen yazar gelse size teşvik verir misiniz?
Gelsin, teşvik için başvursun jüri ne karar veriyorsa versin.

ntvmsnbc.com, 25.09.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.