Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Erdoğan: Reformcu mu, otokrat mı?

Erdoğan: Reformcu mu, otokrat mı?

1999'da cezaevine girerken üç sene sona iktidara geleceğini, 12 sene başbakanlık yaptıktan sonra en güçlü aday olarak Çankaya Köşkü'nü zorlayacağını öngörüyor muydu bilinmez ama eğer Pazar günü seçilirse Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı olarak tarihteki yerini almış olacak.

1970'lerin ortasından itibaren aktif siyaset yapan, güçlü hitabet yeteneği, mücadeleci kişiliği ve karizmatik yapısıyla kısa sürede siyaset basamaklarını tırmanan Erdoğan, Türkiye'de olduğu kadar dünyada da tanınan, konuşulduğu kadar tartışılan; bir kesimin kefen giyip "yolunda ölürüz" diyecek kadar sevdiği, karşıtlarının ise kaygı ve korku duyduğu bir lider portresi çiziyor

Erdoğan'ın uzun siyaset yaşamı, bu süre içinde geçirdiği değişim ve dönüşümler üç dönemde değerlendirilebilinir: 2002 öncesi, 2002-2011 arası ve 2011 sonrası.

Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda ise hem Erdoğan'ın siyasi kariyeri hem de Türkiye'nin geleceği açısından yepyeni bir dönem başlamış olacak.

1954 senesinde İstanbul'un Kasımpaşa semtinde doğan ve bu nedenle siyasette uzun süre "Kasımpaşalı" sıfatıyla anılan Erdoğan, siyasete, bugünün birçok muhafazakar siyasetçisi gibi Milli Türk Talebe Birliği'nde başladı.

Milli Selamet Partisi'ne katılan, 1980 darbesinden sonra Refah Partisi'yle siyasete devam eden Erdoğan, 1994 yılında büyük bir sürpriz yaparak İstanbul büyükşehir belediye başkanı seçildi ve tüm Türkiye'nin tanıdığı bir politikacı haline geldi.

Erdoğan bu süreçte, özellikle demokrasi ve laikliğe bakışı nedeniyle eleştirildi.

28 Şubat süreci sonucunda Refah Partisi iktidardan uzaklaştırılıp kapatılırken, Erbakan sonrasının lideri olarak görülen Erdoğan da 12 Aralık 1997'de Siirt'te okuduğu bir şiir nedeniyle hapis cezası aldı, belediye başkanlığı görevinden ayrılmak zorunda kaldı, 1999'da dört ay Pınarhisar Cezaevi'nde hapis yattı.

Çeşitli röportajlarında cezaevinde kaldığı dönemin çok önemli olduğunu, siyasi hedeflerini netleştirip yeni bir yola çıkması için fikri altyapı oluşturmasına zemin hazırladığını anlatan Erdoğan, 2001'de aralarında RP ve ardından kurulan Fazilet Partisi'nin önde gelen iki ismi Abdullah Gül ve Bülent Arınç'ın da bulunduğu bir ekiple yeni bir oluşuma gitti ve Erbakan'ın geleneksel siyaset çizgisini terk etti.

"Milli Görüş gömleğini çıkardım" ifadesiyle bu değişimi anlatan Erdoğan, liderliğini üstlendiği Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile 2002'de girdiği ilk seçimlerde yüzde 34 oy aldı ve 361 milletvekiliyle Meclis'te ezici bir çoğunluk elde etti. Bu başarı, hem Erdoğan'ın hem de Türkiye'nin önüne açılan yeni bir dönemin başlangıcını anlamına geliyordu.

Reformist, tabuları yıkan lider...

Siyasi yasağı nedeniyle Başbakanlık koltuğuna 15 Mart 2003'te oturabilen Erdoğan, bir yandan bir önceki koalisyon hükümeti zamanında başlatılan ekonomik programı devam ettirip uluslararası piyasalara güven verirken, siyasi reformlar aracılığıyla da başta ABD ve Avrupa Birliği olmak üzere Batı'ya "güvenilir ortak" imajı çizdi.

Kıbrıs sorununun çözümü için cesur adımlar atan, AB ile müzakereleri 2005 senesinde başlatan Erdoğan hükümeti, kendisini hem içeride hem de dışarıda destekleyenlere göre, ekonomik büyüme sayesinde dünyada parmakla gösterilen bir başarı hikayesini de yazıyordu.

Ancak bu dönemde de yargı ve askerle yaşanan gerilimler, başörtüsü, laiklik gibi konularda bunalım eksik olmadı.

2007 senesindeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine Abdullah Gül'ün aday gösterilmesi, bunalımın tırmanmasına neden oldu ama AKP hükümeti geri adım atmadı. 22 Temmuz 2007'de yapılan genel seçimlerde oyunu yüzde 46'ya çıkaran Erdoğan hükümeti, Gül'ün seçilmesinin önündeki engelleri kaldırdı ve en yakın yol arkadaşını Çankaya Köşkü'ne seçtirdi.

Erdoğan'ın liderliğinde AKP, Erbakan'ın kurduğu partilerin akıbetine uğramaktan ise Anayasa Mahkemesi'nde görülen kapatma davasında kılpayı farkla kurtuldu.

Asker-sivil ilişkilerinde yepyeni bir sayfa açan, ordunun siyasete müdahalesini Ergenekon ve Balyoz gibi davaların da sayesinde engellemeyi başaran Erdoğan, bu süreçte Kürt sorununun çözümü için de girişimlerde bulundu.

Bu dönemde, Batı basını tarafından sıkça övülen, tabuları yıkan, demokratik bir Türkiye inşa eden lider olarak tanımlanan Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama'nın "en güvendiği 5 lider" arasında gösterildi.

Müslüman nüfusu demokratik bir rejimle yönetmesi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi ilkeleri savunması nedeniyle Türkiye'yi "model ülke" haline getiren Erdoğan, bu havayla girdiği 2011 seçimlerinde oyunu yüzde 50'lere çıkarttı ve iktidarını tam anlamıyla yerleştirdi.

Tek adam, otoriter ..

Erdoğan'a bugün atfedilen "otoriterlik eğilimleri" bir anda gelişmedi. 2011 öncesinde de işaretleri görülen eleştiriye tahammülsüzlüğü, devlet sisteminde yer alan denge ve fren sistemlerini etkisizleştirme girişimleri, sandıktan çıkan yüzde 50 oy oranıyla birlikte kendini daha belirgin hale getirdi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün hafif şiddetteki "Demokrasilerde sandık herşey değildir" uyarılarına, "Sandık herşeydir" yaklaşımıyla yanıt veren Erdoğan, "milli irade" kavramını tüm yasalara ya da teamüllere aykırı her türlü icraatini meşrulaştırmak için kullandı.

Bu süreçte toplumu "biz ve onlar" diyerek ayrımlaştıran, gerginlik politikasıyla yüzde 50'lik oy tabanını korumaya çalışan Erdoğan, kendi yaşam tarzı dışında yaşayan bütün kesimleri aşağılayan bir dil kullanması nedeniyle de bu dönemde sıkça eleştirildi. Türkiye'nin yakın tarihinin en kitlesel ve en uzun süren sokak protestoları da Gezi Parkı olayları olarak yine Erdoğan hükümetine karşı gerçekleştirildi.

''17 Aralık'ta başlayan yolsuzluk operasyonu''nun ardından bir zamanlar yakın ittifak içinde olduğu Fethullah Gülen cemaati ve onun devlet içindeki uzantıları dediği bürokratik kadrolara karşı savaş ilan eden Erdoğan, Milli İstihbarat Teşkilatı'na verdiği yetkiler nedeniyle de Türkiye'yi "istihbarat devletine" dönüştürmekle de suçlandı.

Twitter ve YouTube gibi sosyal medya platformlarını kapatması çok ciddi eleştirilere neden oldu.

Erdoğan'ın ülke içinde aldığı bu önlemler , dünyaya da olumsuz yansıdı. Batı, bir zamanlar övdüğü Erdoğan'ı otoriterleşmekle suçlarken, ABD ve AB'den de sert eleştiriler duyuldu.

Erdoğan'ın dış politikası da son dönemde başta Ortadoğu olmak üzere Türkiye açısından sorunlar yaratmaya başladı.

Özellikle Suriye ve Irak konusunda ''mezhepsel dengeleri'' gözardı eden politikalar izlemekle suçlanan Başbakan Erdoğan; Irak, Suriye, İsrail ve Mısır liderleriyle iletişimi kesmiş durumda.

Türkiye'nin en önemli müttefiği ABD'nin Başkanı Barack Obama'yla da görüşemediklerini kendisi açıklayan Erdoğan, bugün dünyada yalnızlaşan bir lider olarak görülüyor.

Favori girdiği seçimleri kazanırsa Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı köşküne çıkarken, başbakanlık görevine başladığından daha sıkıntılı bir iç ve dış gündeminin olacağı açık

BBCTurkish.com, 10.08.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.