Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > Türkiye katma değeri niçin artıramıyor?

Türkiye katma değeri niçin artıramıyor?

PROF. DR. HALİT KESKİN*

Büyüyen Türkiye ekonomisinin karşılaşacağı temel problemlerinden biri ‘orta gelir tuzağı’ olarak beklenmelidir. Bu düzeye ulaşmış olmak başlı başına önemli bir aşamadır.

Fakat bu seviyeden yüksek gelir düzeyine sıçramanın çok zor olduğu da bilinen bir gerçektir. Peki, yüksek gelir düzeyinin ölçütleri nelerdir? Bu ölçütlerden orta gelir tuzağı bağlamında en çok kullanılanları; kişi başına düşen gelir düzeyinin 16 bin doları aşması, kişi başına düşen gelirin ABD’deki seviyenin üçte ikisine ulaşması ve imalat sanayiinin payının ülke ekonomisi içinde dörtte biri aşması sayılabilir. Ülkelerin sürdürülebilir yüksek ekonomik büyüme oranları ile yüksek gelir düzeyi arasında bir ilişki olduğu söylenebilir.

    Türkiye açısından baktığımızda süreç içerisinde yüksek büyüme oranları yakalanmıştır. Fakat sürdürülebilir hale getirilememiştir. Bunun temel sebebi olarak ‘düşük gelir tuzağı’ndan çıkarken uygulanan strateji olarak söyleyebiliriz. Emeğin bol ve sermayenin görece az olduğu yıllarda düşük ücret ve maliyet avantajına yönelik bir rekabet stratejisi izlenmiştir. Katma değeri düşük emek yoğun sektörlere ağırlık verilmiştir. Uygulanan stratejiyle düşük gelir tuzağından çıkılmıştır. Orta gelir düzeyine ulaşan ülkemiz özellikle emek yoğun ve düşük teknolojili sektörlerdeki ücretlerden ve maliyetlerden kaynaklanan avantajını giderek kaybetmektedir. Zaten düşük ücretler yoluyla düşük maliyetler üzerinden rekabet gücünü artırmak orta gelir tuzağını aşmanın bir yolu değildir.

    Orta gelir seviyesine ulaşmış ülkeler kişi başına düşen geliri, yüksek gelir düzeyine taşımayı hedeflemeliler. Bunun için toplam faktör verimliliğini artırmalı ve teknolojik ilerlemeyi sağlamalılar. Türkiye 1960-1980 yılları arasında ithal ikameci politikalar uygulamıştır. Politikalar önceleri umut aşılamıştır. Daha sonra sektörleri hantallaştırmıştır. Sanayimizin yenilikçilik ve verimliliği üzerine olumsuz etkiler oluşturmuştur. Uygulanan politikaların korumacı yapısı sektörleri rekabetçi yapıdan uzaklaştırmıştır. Aynı zamanda 1990’lar boyunca süren politik istikrarsızlıklar ve periyodik ekonomik krizler ekonomiye büyük zarar vermiştir. Sonuçta Türkiye ekonomisi düşük-orta teknolojilere sahip geleneksel sektörlerle sınırlanmıştır.

    2001 sonrası alınan ekonomik önlemler ve ülkemizdeki siyasi istikrarla Türkiye’nin düşük gelir tuzağından çıkması sağlanmıştır. Fakat emek yoğun sektörlere ve maliyet avantajına dayalı ekonomik yapının, orta gelir tuzağından çıkması mümkün gözükmemektedir. Makro açıdan bakıldığında ana hedefi sürdürülebilir büyüme olan dış talep odaklı bir ekonomi yapısının oluşturulması gerekmektedir. Bu ekonomik yapı yurtiçi yatırımlar ve tasarruflar arasındaki dengesizliği de göz ardı etmemelidir. Dış finansman ihtiyacını cari açık kapsamında azaltmayı da hedeflemelidir.

katma değer üretiminin üç kaynağı

Makroekonomik açıdan büyüme veya katma değer üretiminin üç kaynağı bulunmaktadır. İlk ikisi işgücü ve sermayenin artışından kaynaklanan büyümedir. Üçüncüsü ise, teknolojik gelişme ve verimlilik gibi faktörlerdir. Bunlar toplam faktör verimliliği olarak değerlendirilir. Katma değer üretiminde işgücünün artması günümüz dünya ekonomisinde çok büyük önem teşkil etmemektedir. Sermaye birikimi az olan ülkeler için sermayede olan artışlar ise ekonomiler açısından sınırlı katma değer ve büyüme artışına sebep olmaktadır.

    Yüksek büyüme ve katma değer artışı ise toplam faktör verimliliğinden sağlanmaktadır. Türkiye ekonomisinde krizle son bulan ithal ikameci dönem sonrasında, 1980’lerden bu yana iç tasarruflar yetersiz olmuş ve sürekli dış kaynaklara bağlı kalınmıştır. Kısaca, dış kaynaklara bağlı ve dış kaynak olmadan yüksek hızda büyüyemeyen bir ülke durumundayız. Böyle bir büyüme politikasının kullanılması ya da var olması dış açığı körüklemiş ve makroekonomik açıdan katma değer artışını sınırlandırmıştır. Aynı zamanda sermaye birikiminin dışa bağımlı kalmasına ve bu birikimin yavaş bir şekilde gerçekleşmesine sebep olmuştur.

    Mikro açıdan bakıldığında da katma değerin üretim şekli noktasında sorunlar bulunmaktadır. Ekonomimizde katma değer artışı daha çok ara mallar ithal edip, nihai mal üretimi gerçekleştirilerek yapılmaktadır. Bu durum üretimin her sürecinde dış ticaret açısından avantajı olmayan montajcı bir ekonominin gelişmesine neden olmaktadır. Sektörel bazda katma değer artışları sınırlanmakta ve dış ticaret açığı ihracatın ithalata dayalı olması sebebiyle artmaktadır. Bu sorunun temelinde yerel sanayinin dikey entegrasyonu (temel mal ve ara mal boyutunda) sağlayamaması yatmaktadır. Üretim sürecinin dikey akışında problem bulunmaktadır.

katma değerli üretime tek başına geçilebilir mi?

Türkiye ekonomisinde emek yoğun ve düşük teknolojili sektörlerin hâkim olduğu görülmektedir. Bu durumda yüksek teknolojili üretime her aşamada girebilme imkânı mümkün görülmemektedir. Belirli bir planlama doğrultusunda seçilen bir üretim aşamasında giriş yapmak gerekir. Üretim zincirinin adımlarını zaman içinde montajcı ekonomi kısır döngüsüne düşmeden birleştirmek gerekmektedir. Örneğin ilk başta nihai ürün üretimine ağırlık vermek, yazılım ve markalaşma konularına öncelikle eğilmek gibi. Bu durum akıllı telefonların veya tablet bilgisayarların bir bileşenini (mikro çip vb.) üretmekten daha kolay olacaktır.

    Bunlar yapılırken nihai ürünün diğer aşamalarına ve bileşenlerine yönelik uygulamalı araştırmalar ve know-how oluşum süreci desteklenmelidir. Bu süreç gerçekleştiğinde nihai ürünün bütün bileşenleriyle üretiminin önü açılacaktır.

(*) Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü İşletme Fakültesi Dekanı

Zaman, 15.10.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.