Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > AB çapasını kaybediyor muyuz?

AB çapasını kaybediyor muyuz?

Ekonomide ve siyasal rotada 'çapasız yolculuğu' tercih eden hükümet, özellikle küresel ekonomilerde ortaya çıkan yeni durumla ilgilense hiç de fena olmayacak.

Türkiye IMF çapasını ihtiyacı kalmadığı için 2008’de terk etti. Peki ya 2004’te sağladığımız AB çapasını ne yapıyoruz? Son yaşadıklarımız bu çapayı da kaybetmeye başladığımızı gösteriyor. Oysa AB değerlerine kendimiz için hâlâ çok ihtiyacımız var. Gezi protestosunu kötü yöneterek karşılayan hükümet sayesinde şunu da çok iyi öğrendik ki bu saatten sonra ortaya çıkacak ‘Ankara kriterleri’ni kimse satın almaz!

2001 krizi ile savrulan Türkiye, 2002’de önemli reformlar yapmış, IMF ile program uygulamaya başlamış ve de 25 milyar dolara yakın mali yardım sağlamıştı. Bu program ‘IMF çapası’ olarak adlandırılmıştı. Bu program sürerken ikinci bir ‘çapa’ Türkiye’nin gündemine girdi. O da ‘AB çapası’ idi. 17 Aralık 2004’te AB liderlerinin Türkiye’yi üyelik müzakerelerine davet etmesiyle ‘AB çapası’ gündeme girmişti.

IMF çapası 2002-2008 arasında sürdürüldü. En başlarda ‘borç geri ödeyebilir’ duruma gelebilmek için önemli bir çapa idi. Bu dönemin ikinci yarısından sonra ekonomik büyüme için kaynak dengesi açısından çapa oldu. 2008’de siyasi bir tercih kullanıldı, sona erdirildi.

IMF çapası, aslında AB değerlerinin ekonomik omurgası sayılan Maastricht kriterlerinin sağlanması için gereken koşulları sağlayacaktı; nitekim program sonuna doğru büyük ölçüde öyle de oldu. AB’nin siyasal omurgası olan Kopenhag kriterleriydi, bunda da önemli mesafe alındıktan sonra müzakereler başlatılmıştı.

AB çapası özellikle yeni bir müzakere başlığı açılmaması nedeniyle üç yıldır deyim yerindeyse ‘uykuya bırakılmış’ durumda idi. Gezi direnişi nedeniyle Avrupa Parlamentosu’ndan gelen sert açıklamaya hükümetin, başta Başbakan Erdoğan’ın ve ilgili bakanın Avrupa Parlamentosu’nun açıklamasına verdiği sert karşılık, ‘tanımıyoruz’ sözleri AB çapasının rafa kalktığının bir göstergesi olmalı. Gezi direnişi geride kaldıktan sonra, siyasal iradenin demokrasiyi güçlendirmekten çok polisi güçlendirmeyi öne çıkarması AB çapasının durumu hakkında fikir veriyor.

26 Haziran’da AB dışişleri bakanları toplantısında açılması beklenen yeni müzakere başlığı açılmazsa ilişkiler iyice kopacak. Donmuş olan AB çapasını da kaybediyor olacağız.

Ekonomide ve siyasal rotada ‘çapasız yolculuğu’ tercih eden hükümet, özellikle küresel ekonomilerde ortaya çıkan yeni durumun ne olduğu ile ilgilense hiç de fena olmayacak.

Önceki gün çok açık biçimde ortaya çıktı ki; ABD’de Merkez Bankası Fed, parasal gevşetme programını bu yılın sonuna doğru küçültmeye başlayacak. Çünkü açıklanan ekonomik tahminlere göre, ABD’de faizlerin uzun bir süre düşük tutulması için şart koşulan birincil kriter (işsizliğin yüzde 6.50’ye gerilemesi) 2014 sonunda sağlanacak görünüyor. Böylece Fed, 2014 sonundan itibaren faizleri yukarı doğru çekmeye başlayacak. Tüm bunların anlamı, bolca basılan paraların çevre ülkelerden geriye doğru gelişmiş ülkelere dönmesi demek.
Türkiye, değişen bu küresel mali iklimden en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Çünkü tasarrufunun çok üzerinde harcayan, bunu da gelişen ülkelere akan fonlarla kapatan bir ülkeyiz. Yani cari açığımız yüksek, finansmanı da ağırlıkla ‘sıcak para’ tabir edilen kısa vadeli sermaye akımı ile sağlıyoruz.

Çok basit bir ödemeler dengesi matematiği bize; Fed’in önceki günkü açıklamalarının ışığında ortaya çıkacak yeni küresel mali iklimin, sermaye çıkışı olmasa bile ülkeye girecek taze fonların azalmasıyla, Türkiye ekonomisinde bugünkü % 2.5-3.0’ten daha düşük büyüme, daha yüksek döviz kuru ve enflasyon, daha yüksek işsizlik getireceğini söylüyor.

ABD’deki para politikasında ortaya çıkan yeni çıkış aşaması, orta vadede bizim gibi ülkelerin ödemeler dengesi kanalından tüm makro dengelerini olumsuza doğru itecek. ‘İyi günlerde’ yapılmayan, ötelenen yapısal reformların, mikro iyileştirmelerin değerini bu yeni dönemde daha iyi anlayacağız olasılıkla. AB değerleri, AB’ye girmesek de kendimiz için yaşamı çok daha iyileştirecek çevre koşulları demekti. Kimse ‘Ankara kriterleri’ demesin; demokrasiyi güçlendirmek değil, ‘polisi güçlendirmek’ var orada...


 

Uğur Gürses

Radikal, 21.06.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.