Basından > Mehmet ve Ahmet Altan'ın tutukluluğa itirazları reddedildi

Mehmet Altan’ın tutukluluğuna itiraza ret!
Ahmet Altan'ın tutukluluğuna yapılan itiraz da reddedilmişti

“Silahlı terör örgütü” üyeliği ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs’’ suçlarından tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderilenProf. Mehmet Altan’ın tutukluluğuna yapılan itiraz reddedildi.

Mehmet Altan’ın avukatı Ergin Cinmen’in konuya ilişkin açıklamaları şöyle:

“Müvekkilimiz yazar, gazeteci, akademisyen Prof. Dr. Mehmet Hasan Altan hukuk tarihinde ilk kez rastlanan “sublimasyon, bilinçaltına yönelik darbe propagandası” suçlamasıyla arife günü, uzun bayram öncesi gözaltına alınmasından bu yana 32 gün, Ceza Kanunu'nda karşılığı olmayan bu suçlama üzerinden sabaha karşı yapılan bir duruşma sonucu teker teker çürütülmüş olan algı operasyonuna rağmen kaçma iddiası öne sürülerek tutuklanmasının üzerinden 20 gün geçmiştir.

"Karikatürlere konu olan bu suçlama ve boş bir dosya üzerinden verilen alelade tutuklama kararına, çok geniş kapsamlı 66 sayfalık savunma ile itiraz edilmiştir. Ne yazık ki bu geniş kapsamlı ve tutuklama kararının Anayasa Mahkemesinin kararlarıyla da derin bir çelişki içinde olmasına rağmen, yaptığımız itiraza İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından olumlu yanıt verilmemiştir. Kapsamlı itirazımızda belirttiğimiz üzere, müvekkilimiz Prof. Dr. Mehmet Altan’ın 2007-2009 tarihlerinde hukuksuz şekilde “Pasteur” lakabıyla dinlenmesine onay veren hakimlerin FETÖ suçlamasıyla görevden alınıp tutuklanmaları bile yapılan hukuksuzluğun boyutlarını çok çarpıcı biçimde göstermesi açısından önemlidir.

"İlkeli ve tutarlı düşünce insanlarımıza duruşlarından taviz vermedikleri için eziyet ve zulüm etmenin hukuk olmadığı da açıktır. Prof. Dr. Mehmet Altan’ın Türkiye Cumhuriyeti yargı tarihinde emsalsiz bir şekilde cezaevinde tutulmaya devam edilmesine acilen son verilme gereği ortadadır. Durum, hukuktan ve demokrasiden yana olan duyarlı kamuoyunun ilgi ve bilgisine sunulur.”

Ahmet Altan'a da ret

23 Eylül 2016 tarihinden beri Silivri Cezaevi’nde tutulan gazeteci-yazar Ahmet Altan’ın tutukluluğuna yapılan itiraz reddedilmişti. Ahmet Altan’ın avukatları 28 Eylül’de İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliği’ne verdikleri ekleri hariç yirmi sayfalık dilekçede, Altan’ın “silahlı terör örgütü üyeliği” ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs’’ suçlarından tutuklanmasına itiraz etmişlerdi.

t24.com.tr, 11.10.2016

Tutuklamaya İtiraz Özeti: 

I-             Mehmet Altan Neden Tutuklandı, Tutuklama Gerekçeleri Nelerdir?

 

 
a- Müvekkil Mehmet Hasan ALTAN’ın abisi Ahmet Hüsrev ALTAN’ın da katıldığı bir programda ifade edilen bazı sözler nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir soruşturma açılmıştır.
 
Soruşturma hakkında gizlilik kararı verilmesine rağmen medyada yayımlanan 2016/100447 sayılı “Yakalama, gözaltı,arama ve el koyma talimatında’’ aynen şu ibareler mevcut bulunmaktadır:
 
“…’Özgür Düşünce’ isimli programa katılan şüpheli Ahmet Hüsrev ALTAN ile darbe çağrışımıyla subliminal mesaj içeren söylemlerde bulundukları, bu söylemler kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Cumhurbaşkanını tehdit ettikleri, darbenin gerçekleşeceğini beyan ettikleri (….) bu şekilde darbe girişiminde bulunan terör örgütü mensubu bir kısım asker şahıslarla birlikte iştirak halinde atılı suçu işledikleri(…).
 
Araştırmalarımız neticesinde “subliminal mesaj” veya” bilinçaltına yönelik mesajın” şu şekilde tanımlandığı görülmüştür: Başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır. Subliminal mesajlar insanın bilinçli dikkati tarafından fark edilemezler. Etkileri kullanım sıklığına ve aynı konuda sürekli işlenmesine bağlıdır. Şu ana kadar yapılan çalışmalar neticesinde en bilinçli ve defansif kişiler bile bu mesajları ilk bakışta % 100 çözememektedir. Kaldı ki bilimsel görüşlere göre bilinçaltını test etme ve onaylama imkanı bulunmadığından ispatı yapılamamıştır. Bu nedenle subliminal mesaj tekniğinin bilimsel kabulü de yoktur(ek-1)
Bir televizyon programında geçen konuşmalardan, içinden seçilmek sureti ile konuşma bütünü değerlendirilmeden yarım bırakılan bir cümle ile 15 Temmuz darbe girişimine asker şahıslarla birlikte ve subliminal yolla iştirak edilebileceği düşüncesinin  akli ve hukuki ve insaflı olmayacağı açıkça ortada bulunmaktadır.
Bu akıl dışı suçlamaya rağmen soruşturmayı yürüten savcılık,  Müvekkiller Mehmet Hasan ALTAN ve Ahmet Hüsrev ALTAN’ı tutuklama istemiyle Sulh Ceza Yargıçlığı’na sevk etmiştir.
Savunmaları alan İstanbul 10. Sulh Ceza Yargıçlığı; Müvekkil Mehmet Hasan ALTAN için;  Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olmak suçlarını işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin var olması gerekçesiyle tutuklama kararı vermiştir.
b- Dayanak olarak Mehmet Hasan Altan’ın yaptığı konuşmanın içerisinden çekilen yarım bir cümle yeterli kabul edilmiştir. Bu cümle nedir?
“…Türkiye Devleti içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri dış dünyadan daha fazla belgeleyen izleyen bir başka yapı da var. Onun ne zaman torbadan elini çıkaracağı, nasıl çıkaracağı belli değil….”
Müvekkile ilişkin suçlamanın dayanağı olan eylemlerin kanıtı olarak bu yarım cümlenin, konuşmanın tamamı bir bütün olarak ele alınmadan, bu cümlenin öncesi ve sonrası değerlendirilmeden kullanılması maddi gerçeği arayan ceza hukuku ve hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşmaz.
Bu yarım cümlenin gelişi ve sonrası nasıldır; (program dökümünden alınmıştır ek-2 de sunulmaktadır)
‘’Ayrıyeten tabii burada bir parantez açmak lazım. Sade teknolojiyle mi dinlediler, yanında kimler var dendiği vakit, yani bir devlete birisi hakim olamaz. Eğer birisi hukuk dışı bir şekilde... seçilmiş birisi hukuka uygun olarak o devleti yönetebilir, ama hukuk dışı bir anlayışla, suç işleyerek, bir devleti ele geçirebileceğini sanmak, eğer o devlet var olmaya devam edecekse, bu bir gaflettir. Ve Türkiye devletinin içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri dış dünyadan daha fazla belgeleyen, izleyen, bir başka da yapı var. Onun ne zaman torbadan yüzünün çıkaracağı, nasıl çıkaracağı da belli değil.
Bütün bu kavgalar aslında devlet içi kavgalar.
Çünkü devleti ele geçirmeye kalktığın vakit, metabolizmayı yok ediyorsun. O metabolizmanın kendi refleksi var. O refleksi gösterecek unsurlar nedir? Bunları yok edeceğim, edemezsin, edersen o zaman zaten devlet ve toplum yok olur. Bu olmayacaksa, etmen mümkün değil. Peki onun unsurları ne? Gözetleyeni kimler? O anlamda...”
Konuşmanın tamamı budur.
Bu konuşmada tek bir vurgu vardır “HUKUK VE DEMOKRASİ“
Devamla devletin unsurları vurgusu vardır, yasal kuvvetleri;
Yasama, Yürütme, Yargı...
Bu yasal erklerin dışında devlet içi kavgalar ve devleti ele geçirme isteği vurgusu. Bu noktada Mehmet Hasan Altan’ın uyarısı; bir devleti hukuk dışı ele geçirmeye kalkarsan metabolizma bozulur, devlet ve toplum yok olur. Bu metabolizmanın refleksleri vardır bu da devlet ve toplumdur. Hukuk dışı devleti ele geçirme girişimine karşı devletin yasal erkleri devletin unsurları vardır. Bu yasal unsurları devleti korumak adına olup biteni izler.
Mehmet Altan’ın suçlandığı konuşmasından alınan “yarım kalan cümle” nin altında ve üzerinde yer alan cümleler, yukarıda yazılı tam dökümünde olduğu gibidir ve açılımı da izah edildiği bilinen malum devlet ve hukuk düzenine ilişkindir.
Yarım bırakılan bir cümle ile yapılan bu suçlama dışında hiçbir maddi somut delil yoktur.
Bu cümleden normal bir insan beyninin çıkaracağı anlam bellidir. Ortada kötü bir olasılık var ve bu olasılığın meydana  gelmemesi için yapılan bir ikaz var.
Oysa inanılmaz bir biçimde savcılık ve yargıçlık bu ikazı (gerekçede pek de anlaşılmaz bir biçimde) suçlama kanıtı olarak kullanabilmiştir.
Yukarıdaki sözler ve anlatım okunduğunda Müvekkilin :
Örgütün üyesi olduğunu;
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettiğini…hangi mantık söyleyebilir?
c-Hele de Müvekkilin tüm geçmişini mercek içine alıp, Onun her türlü anayasal haklarını kullanmasını suç delili saymak kabul edilemez bir durumdur:
Tutuklama kararının 5. sayfasında yer alan gerekçe, hukuk tarihimize kara bir sayfa olarak geçecektir. Aynen aktarıyoruz:
“…Yukarıda da belirtildiği üzere 17 ve 21 Aralık 2013 tarihinde gerçekleştirilen operasyonlardan sonra FETÖ silahlı terör örgütünün açıktan meşru hükümeti devirmek suretiyle ülke yönetimini ele geçirmeye çalıştığı, şüphelinin bilgi birikimi, eğitim durumu ve sosyal statüleri gereğince kolaylıkla bilebilecek durumda olmalarına rağmen yine herkesçe malum olduğu üzere örgüt kontrolünde olan televizyon programlarında örgütü açıkça destekledikleri , yine çeşitli medya organlarında yazdıkları yazılarda örgütün amacı doğrultusunda hareket ettikleri, bu bağlamda ülkemizde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirilen askeri darbelere zemin hazırlanırken silah zoruyla devrilmesi hedeflenen yöneticilerin diktatör olduğu, hukuk tanımazlığı algısının oluşturulmaya çalışıldığı, yine fiili olarak ülkeyi yönetenlerin her ne yolla olursa olsun iktidardan gitmesi gerektiği anlayışının hem ülke içerisinde hem de uluslar arası toplumda yerleştirilmeye çalışıldığı, şüphelinin yazdıkları yazı ve televizyon konuşmalarıyla bu algının oluşmasına katkıda bulunduğu dosyadaki delillerden anlaşılmıştır…”
Bu noktada müvekkilin yıllar içinde FETÖ örgüt yapısının ilişkilendirildiği ‘cemaat’ ile ilgili görüşlerine bakmak gerekir.
Mehmet Hasan Altan laik bir kişidir. Sivil hukuki iradenin yerini alacak her türlü darbelere karşı durmuş ve korunma yollarını ‘demokrasi ve hukuk’ parantezinde bıkmadan, usanmadan yazmış, anlatmıştır.
 
Bu noktada Prof Dr Mehmet Hasan ALTAN’ın Darbeleri Araştırma Komisyonuna verdiği ifade, müvekkilin hep savuna geldiği görüş ve tezlerinin neler olduğu, kasıt ve yönelimin ne olduğunu tespit ve ispat bakımından en önemli delildir.
Suçlamaların yıllar içinde yazdığı yazılar olarak muğlak ve somut bir deliler dayanmıyor olması karşısında, Müvekkilin yıllar içinde yazdığı yazıların özeti olan ve resmi zabıtlara geçen bu ifadenin İTİRAZIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE KASIT UNSURUNUN SAPTANMASI BAKAMINDAN BİR BÜTÜN OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİNİ DİLİYORUZ. (Ek-3 )
Zabıtlara geçen ifadesinde kendisini şöyle anlatmıştır;
’Bu darbeler meselesi, iktisat hocası olduğum için ve uluslararası sistemi algılamaya yönelik uluslararası sistemin aynı zamanda değişimini izlemeye yönelik bir ömürlük bir akademik çabanın da kendi gözlem alanı içinde bulunmasından kaynaklanan, bir aynı zamanda dünya sistemiyle bu darbeler arasındaki ilişkiler, aynı zamanda da tabii, dünya siyasetini belirleyen temel değişim ve dinamiklerle bağlantıları hem fiilî hayatımın yaşadığı hem de zihinsel dünyamın izlediği bir kesişme noktasında hayatımı oluşturdu Tabii, .fiilî yaşamak hiçbirisini istemezdim.
Sadece darbeleri değil aslında siyaseti de Türkiye gibi iç dinamikleri zayıf ülkelerde izlemenin benim açımdan en temel nirengi noktaları dünyadaki sermaye birikimini oluşturan değişimleri sektörel olarak izlemektir’’
Yine müvekkilin üzerine atılı suçlama karşısında, irade ve kasıt yorumunda aksini ispata yarar zabıtlara geçen çok çarpıcı bir başka açıklaması vardır;
“Bütün darbeler halka karşı yapılır. Bunu, solcular, Müslümanlar, sağcılar diye ayırdığınız vakit siyasi bir oyuna girersiniz ve darbelerden Türkiye’yi temizleyemezsiniz. Darbelerin hepsinin, onun için 27 Nisan’ın, 28 kadar hepimizin yaşamış olmasına rağmen hiddet ve celalle soruşturulmaması izlenimi beni yoruyor. Bunu, Müslümanların mağdur olduğu, solcuların mağdur olduğu bilmem kimin mağdur olduğu... Bundan hep halk mağdur oluyor.” (syf.13)
Anlatılmak istenen devlet yapısının demokrasi ve hukuk düzeninde darbelere karşı korunması bir yerde ihtisas konusu haline gelmiş olmakla gelişmeleri ve gündemi yorumlamak, uyarılarda bulunmak onun gibi bir kişilik nezdinde doğal bir reflekls haline gelmiştir.
Cami-Kışla Parantezinde Türkiye, Darbelerin Ekonomisi kitaplarında bu görüşlerini toplamıştır.
Yarım bir cümle üzerinden suç atfedilen TV programında da yine aynı şekilde hem bir akademisyen hem de bir yazar olarak birikimlerine dayalı görüşlerini aktarmış, Anayasal hakları çercevesinde ifade özgürlüğü kullanmış, her zamanki uyarılarını yinelemiştir. 1990 yılında ne söylüyor ise 14 Temmuz 2016 günü de aynısını söylemiştir.
Çok bilinen Mehmet Hasan Altan ismi ile yerleşik kabul görmüş "cami-kışla" tanımlaması ona aittir. Hiç vazgeçmeden savunduğu ilke;
 
"Ne cami, ne kışla… Demokratik cumhuriyet…Bugün, yarın ya da öbür gün… Ama gerçek çözüm ‘demokratik cumhuriyet’te…" ilkesidir.
Demokratik Cumhuriyetin adını da 2. Cumhuriyet koymuştur. 2. Cumhuriyetin isim babasıdır.
Bu yapıda bir görüş sahibi kişinin, dinsel yapıdaki cemaat yapılanması ile birlikte hareket ederek hukuka aykırı bir darbe girişiminde bulunması kabul edilir bir suçlama olamaz.
Müvekkilin 03.09.2010 tarihli yazısında ;
 
 "Demokratik bir hukuk devletinde sivil dikta kurulabiliyorsa zaten o senin devletleşemediğini gösterir. Örneğin bir cemaat devleti ele geçirebiliyorsa o zaman devlet devlet değildir. 
 
Demokrasilerde anti demokratik eğilimlere karşı sistemin kendi reaksiyonunu koruması gereken refleksleri vardır.
 
Devlet hiç kimsenin ele geçiremeyeceği büyük bir organizmadır. Askeri rejim olduğu vakit devlet ele geçmiyor da bir başkasının yönetimde etkinliği artınca mı ele geçiyor.
 
Aslında devlet hiç kimsenin etkin olmadığı evrensel hukuk kuralları çerçevesinde etkin olmalıdır."
 
20.07.2014 tarihli röportajında;
 
 "Hiçbir derli toplu toplumda, yasama, yürütme, yargı, cemaat diye konuşulamaz. Cemaat, hukuk dışı işler yapıyorsa yakalarsın"
 
Darbe girişimi sonrası 25.07.2016 tarihli yazısında;
 
 "Orduyu ele geçirerek onları kanlı bir şekilde alaşağı etmek isteyen ‘İslamcı’ FETÖ’cü darbeciler…
Dünkü CHP’nin düzenlediği, AKP’nin desteklediği Taksim Mitingi yeni bir umut olabilir…
Camiler ve dinsel sloganlar etrafında mevzilenerek sokaklara çıkmak ve iktidarı savunmak, bu dönem anlam kazanmış ve önemli olmuştur. Darbeleri ortadan kaldıracak bir bilince hizmet etmiştir…
İnsanlarımız bunun için ölmüş, yaralanmış, sakat kalmışlardır…
Ama ‘çoğulculuktan, hukuk ve demokrasiden yana’, içeriği  ve söylemi buna uygun, askeri ve sivil her türlü darbeye, kuralsızlığa, hukuk tanımazlığa aynı ilkellik, kararlılık, samimiyet ve özveriyle karşı çıkılacak bir noktaya  gelindiğinde, ülke çok daha iyi yönetilecek, darbe ortamları söz konusu olmayacaktır.’’
Bu görüşlerin sahibi olan kişi bu gün darbeye teşebbüs eden terörsitler ile ‘fikir ve eylem birliği’ içinde hareket ettiği kabul edilmekte ve özgürlüğünden geri bırakılarak tutuklanmaktadır.
Prof Dr. Mehmet Hasan Altan’ın, Devlet içinde olmasını kabul etmediği ‘cemaat’ yapılanması ile birlikte harreket ederek bir darbe suçunu birlikte işledikleri nasıl kabul edilebilir?
Çok açıktır ki kabul edilmez…
Mehmet Altan hukuka aykırı, hukuk düzenini yok sayan her türlü girişime karşı uyarı yapmakta, bunun dışına çıkan icraatı eleştirmektedir.
Ülkenin demokrasi ve hukuk devleti istikametinde yol almaması halinde istikrarın bozulacağını devletin tüm bu ihtimallere karşı hukuksal önlem alması gerektiği vurgulanmaktadır.
Bunu kamu yararını gözeterek yapmaktadır.
Bu reel durum olması gereken bir saptama olduğu için, bu vurgu her türlü bilimsel görüşe, gazete makalelerine, siyasi eleştirilere konu olur.
d- Tüm bunlar incelendiğinde, tutuklama gerekçesinde yer alan görüşlerin yalnızca Müvekkil tarafından değil, başta ana muhalefet partisi Genel Başkanı tarafından da serdedildiği görülüyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 24.09.2016 tarihli Kahramanmaraş İl Başkanları toplantısında aynı vurguları yapmıştır; (ek-4)
“Türkiyeyi darbe girişimi noktasına kim getirdi? Demokrasi olmaz ise darbe her zaman olur.  Niye darbe Fransa'da ABD olmuyor da biz de oluyor. Barış ve huzuru getirmezseniz darbeye hep aralık bırakmış olursunuz. Türkiye ne yazık ki 14 yılda darbe noktasına geldi.
"17/25'i milat aldık" diyorlar. Ne oldu orada? Devletin milleti soyduğunu nasıl gördük. Kimin evinde ayakkabı kutularından dolarlar çıktı. Bu mazlum insanların evinde mi çıktı bunlar. İntikam alıyorsunuz. 25 Ağustos 2004. İşte milat bu. MGK kararı. Fethullah Gülen konusunda önlem alın diyor. Kimin imzası var? Recep Tayyip Erdoğan. Bunu niye örnek almıyorsun?
Efendim "haberimiz yoktu." Bal gibi haberin vardı. Sen imzanı da mı unuttun?
Üniversite hocası darbe girişiminde nasıl bulunur, bir tane var Adil Öksüz o da serbest”
e- Devamla; Mehmet Hasan Altan’a suç isnat edilen cümlenin sonrasında, “yasama, yürütme, yargı” dan oluşan devletin “gayrı meşru” girişimlere karşı kendini hukuksal olarak koruma refleksinden söz edildiği açık olduğunu teyit etmek cümlesinden; Genelkurmay Başkanlığı Mart 2016 tarihlerinde sıkça yer alan “darbe söylentilerine” karşı yaptığı açıklamanın üzerinde durmakta fayda vardır.
Genelkurmay Başkanlığı  darbe söylentileri üzerine yaptığı yazılı açıklamada bu darbe söylentilerine karşı sert çıkış ve uyarı yapmış olması Mehmet Hasan Altan’ın, suçlandığı cümledeki sözünü ettiği reflekslerden birisidir. ( Ek- 5 31 Mart 2016 Tarihli Genelkurmay Bşk lığı basın açıklaması)
f- FETÖ ÜYESİ HAKİM VE KOLLUK MEHMET ALTAN’IN TELEFONUNU YILLARCA YASAL OLMAYAN YOLLAR İLE DİNLEMİŞLER ,
            2015 YILINDA İSE BU FETÖ ÜYESİ HAKİMLER TUTUKLANMIŞLARDIR
            MEHMET ALTAN, KENDİSİ HAKKINDA DİNLEME KARARI ALAN BU ÖRGÜTÜN NASIL ÜYESİ OLABİLİR?
Fikir ve eylem birliği, fikrin ortaya çıkmasından eylemin gerçekleştiği ana kadar birlikte, anlaşarak hiyerarşi içinde hareket etmeyi gerektirir.
Mehmet Altan tanınan, göz önünde olan insandır. Geçmişte de sahte isimle telefonu dinlenmiştir. Devletin kayıtlarında mevcuttur. Bu görüşmelerinin hiç birinde suç deliline rastlanmamıştır.
Ki çok daha önemlisi Mehmet Hasan Altan hakkında dinleme kararı alan hakim ve kararı uygulayan kolluk görevlileri ‘FETÖ suçlması’ kapsamında tutuklanmışlardır.
Mehmet Hasan Altan bu kararı veren hakimi şikayet etmiştir. İlgili evraklar, yapılan başvurular ve mahkeme kararları (Ek-6 ) de sunulmuştur.
Bu gün aynı örgüte dahil olmakla suçlanan müvekkil, bu örgütün üyeleri tarafından sahte isimle dinlenmiştir.
Aynı örgüte üyeler ise bu kişileri müvekkil neden şikayet etmiş olsun, her türlü yasal müracaat hakkını kullanmış olsun...
Bu durum dahi başlı başına Mehmet Hasan Altan’ın FETÖ olarak anılan bu örgüt ve hiç bir üyesi ile irtibatlı olamayacağının kesin, maddi ve somut delilidir.
HSYK tarafından bu ihraç edilen hakimler için yazılan gerekçeli kararda , FETÖ/PDY'nin yargı ayağındaki yapılanması ve gerçekleştirdiği faaliyetlere ilişkin bilgilere de yer verilerek, şu tespit yapılmıştır;
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yargı erki içerisinde, hiyerarşik şekilde örgütlenen ve alternatif olarak faaliyet gösteren, kendinden olmayan herkesi, özellikle de örgütün kişisel çıkar ve menfaatlerine hizmet etmeyen kişileri düşman addeden, örgüte boyun eğmeyen veya farklı düşünen kişileri hedef haline getirerek yargı kararları ile emniyet operasyonlarına konu eden, istihbarat toplayan, operasyon kararları alan, emniyet ve yargı üzerinden toplanan istihbarata göre örgütün üst düzey yöneticilerinin verdiği kararları icra eden, basın ve yayın üzerinden linç girişimi gerçekleştiren, topluma yönelik algıyı yöneten, örgütte yer alanları kahramanlaştıran, unutturma sürecini tekrarlayan, suç faili veya masum olduğuna bakılmaksızın birçok kişiyi yargı eliyle mağdur eden, çözümü mümkün olmayan abartılı, gerçeklerin gizlendiği, kasıtlı, taraflı ve delilsiz davalar açan, hukuki temelden yoksun bu davalarla da Türkiye'nin mafya ve terörle mücadele ettiği algısı yaratan örgüt mensuplarının yargı içerisinde cemaat cuntası şeklinde paralel bir yargı gücü oluşturdukları görülmüştür."
Mehmet Altan da bu örgüt için “kendisinden olmayan kabul edilmiş” ve yıllarca takma isimler verilerek yargı eli ile hakkında istihbarat toplanmıştır.
Bu durumda nasıl olur da bu örgütün yapılanması içinde ve birlikte hareket etmiş olduğu kabul edilebilir?
g- Yine Mehmet Hasan Altan’ın darbe girişimi yapan terör yanlısı kişiler ile eylem ve fikir birlikteliği içinde olamayacağının bir diğer kanıtı ise Mehmet Hasan Altan’ın Uludere olayının açığa çıkması ve gerçek sorumluların bulunması, emri veren askerin kim olduğunun bu emri verenleri ve operasyonu yapanları kimin koruduğunun bulunmasına yönelik pek çok açıklaması, gazete yazılarının bulunmasıdır.
IMC TV de yaptığı her programda mutlaka Uludere olayının olduğu günden bu yana geçen gün sayısının ekranda gösterilmesini istemiş, ekranın sol üst köşesine gün sayısını sürekli yazdırmış, gerçek ortaya çıkana da bunun yapılmasını istemiştir.
Bu yönde basında özellikle de Sabah gazetesinde yer alan 27.07.2016 tarihli habere göre, Uludere Hudut Tabur Komutanı Jandarma  Binbaşı Hüseyin Erten, darbe girişimi ardından önce açığa sonra da gözaltına alınmıştır. (Ek-7)
Bilindiği üzere, Türkiye'nin gündeminden aylarca düşmeyen olay, 5 yıl önce 28 Aralık 2011'te Şırnak Uludere'de yaşandı. 34 köylü F-16 savaş uçaklarının bombardımanı ile hayatını kaybetti. Olayın, kaçakçı köylüleri "PKK'lı terörist grup geliyor" diyerek istihbaratın yanıltılması nedeniyle yaşandığı belirlenmişti.
Mehmet Hasan Altan, Uludere olayında sürekli katillerin bulunmasını istemiş, üzerinin örtülmek istenmesine, takipsizlik kararı verilmesine isyan etmiştir.
 
FETÖ örgüt üyesi ve destekçisi olmakla suçlanan Mehmet Hasan Altan'ın şimdilerde Uludere katliamının sorumlsunun FETÖ olduğu anlaşıldığı bu günlerde örgüt üyesi kişilerin bulunması için yıllarca gösterdiği çaba, yazdığı onlarca yazının izahı nasıl yapılacak ?
 
Mehmet Altan'ın 09.01.2012 tarihli yazısında,
"Asıl mesele Uludere katliamının sorumlusu kim, bombalama emrini kim verdi?
Acaba bunu öğrenebilecek miyiz?
Öğrenebileceksek, öğrenmek için ne kadar bekleyeceğiz?
Yoksa 35 çocuğumuzun vahşi bir şekilde katli de ‘kim vurduya’ mı gidecek?"
27.01.2012 tarihli röportajında;
"Cumhuriyet tarihinin en büyük facialarından biri olan Uludere’de 34 insan F16’lar ile korkunç bir şekilde katledildi. Yani kim o düğmeye bastı ise, bu olaya bu kadar sessiz ve bu kadar siyasi parmağa bakarak susmak dehşet vericiydi."
31.08.2015 tarihli yazısında ;
"Uludere’nin faillerinin cezalandırılmasını, bu cinayetin Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmamasını üç yıldır boş yere bekleyip durduk, köprüler altından çok sular aktı."
            05.05.2014 tarihli yazısında;
 
"Uludere’nin katilleri bulunmadı. Artık katilleri arayan da kalmadı zaten."
 
h- Fikir Eylem Birliğine yönelik hiçbir delil yok olamaz da.
Bir subliminal mesajdan yola çıkıp, buradan fikir ve eylem birliği içinde hareket edildiği noktasına savrulmak ise bir başka hukuki faciadır.
Keza ev araması ve el koyma uygulanmıştır. Bilgisayarları alınmıştır. İncelendiğinde “fikir ve eylem birliğini” ispat eder hiçbir delil bulanamamıştır.
Suça yönelik “fikir ve eylem birliğini” ispatlar bir tane yasal ve kesin delil bulunmaz iken bu birlikteliğin mevcut olduğu nasıl iddia edilmektedir?
Mehmet Hasan Altan 03 Temmuz’dan itibaren yurt dışında tatilde iken ve yaptığı tüm görüşmeler telefon dökümü ile belli iken hangi yolla kimlerle fikir ve eylem birlikteliği içinde hareket etmiş olabilir?
Özgür Düşünce programı haftalık bir programdır. Her Perşembe düzenli olarak yapılmaktadır. Yaz tatiline girecek olan program son program olarak planlanmış, programda bu durum da ifade edilmiştir Program 14 Temmuz Perşembe gününe geldiği için o gün yapılmıştır.
I -Maddi Suç Delili Nedir?
Tedavülden kalkmış, 1990’lı yıllardan bir seyahatten kalmış, bir kısmı eskilikten ötürü yırtık eskimiş, evde bir kadın cüzdanından çıkan bir dolar mı?
5 yıl öncesinde Fatih Üniversitesinde 3 ay boyunca verilen ders ücretinin tahsili için kullanılan ve başka hiçbir şekilde kullanılmadığı belli olan banka kartı mı?
15 Temmuz darbe girişiminden 2 ay sonra yapılan aramada Mehmet Altan’ın evinde bulunan “suç delilleri” …
Kaçma şüphesi mi?
Yurt dışına çıkma imkanı var iken gitmemiş, yandaş ve sosyal medyada yapılan tüm sataşmalara , suç atfetmelerine karşın kaçma ne bir yere gitmiş aksine yurt dışından Türkiye’ye dönmüştür.
Ceza ve Ceza Usul Hukuku ilkeleri gereğince maddi gerçeği saptamaya yönelik ve hukuka uygun elde edilmiş olmanın yanı sıra tüm şüphelerden uzak kesin, inandırıcı objektif kabul edilecek deliller ile şüphelilerin üzerine atılı eylemler yönünden ispata gidilmesi esastır.
III- Tüm bu kanıtlar doğrultusunda hukuki durum:
1-İçinde bulunduğumuz Olağanüstü Hal rejimi TCK’da yer alan kuralları değiştirmemiştir:
Bununla demek istediğimiz, Müvekkil hakkında oluştuğu iddia edilen “kuvvetli suç şüphesi” kavramının olağan rejimdeki halinin geçerli olduğudur.
Savcılık ifadesini verirken, savcı suçlamayı izah etmeye çalıştığı sırada örgüte “iltisak”, “irtibat” kelimelerini kullanmıştır. Bilindiği üzere bu kelimeler 667 sayılı KHK’nın 2/3. maddesinde geçmektedir. İltisak’ın anlamı ise “kavuşma”, “bitişme” veya “birleşmedir.” Bu kelimeler idare hukuku kavramı içinde devlet memurları için konmuştur. Her ne kadar Müvekkilin FETO adlı terör örgütüyle bu şekilde dahi ilgili bulunulmadığı açık olsa dahi biz yine de bu kelimelerin TCK’da yazılı suçlara unsur eklemediğini, bu kelimelerin İdare Hukuku alanında ve devlet memurlarını ilgilendirdiğini bilgilere sunuyoruz.
Olağanüstü Hal rejiminde bir çok özgürlüğün kısıtlanabileceği tabidir. Ancak bazı hak ve özgürlükler vardır ki, yalnızca olağanüstü hal rejiminde değil, savaş, seferberlik, sıkıyönetim rejimlerinde dahi kullanılması kısıtlanamaz, durdurulamaz.
Bunlar ise Anayasanın 15/son maddesinde sayılmıştır.
 Aynen şöyle denmektedir:
“…dışında, kişinin yaşama hakkına maddi manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”
            Oysa tutuklama kararının gerekçeleri okunduğunda Müvekkilin Anayasa 15/son             maddesinde yer alan haklarının nasıl ve ihlal edildiği açıkça anlaşılmaktadır.
A-Tutuklama kararına gerekçe olarak ,gerekçeli hükmün 5. Sayfasında yazılı olan AİHS10, AY 22, 28,32, 25. maddelere atıfta bulunulması ise hazin bir tecellidir. Çünkü bu maddeler tutuklama değil tam tersine salıverme gerekçesidir:
Yargıçlık bu maddeleri referans olarak verirken basın özgürlüğünün mutlaka kamu yararını hedeflemesi gerektiği yolunda görüş bildirmiştir. Kamu yararı kavramının sübjektif özelliğinin altını çizmek gerekmektedir. Bir yargıcın neyin kamu yararı olduğu, neyin olmadığı konusunda saptamada bulunma yetkisinin olmadığı açıktır. Buradaki takdir yetkisi yalnızca o yazıyı yazanın, o cümleyi sarf edenin inhisarında bulunduğu (özellikle ceza hukukunda) gerçekliğini bilgilere sunuyoruz.
Ceza soruşturmasını da kapsayan ceza muhakemesinde suçlamaların somut ve net olması gerekmektedir.
Bu kapsamda;
Müvekkilin hangi tv programında;
Hangi yazısında;
Darbeye;  hem de askerlerle birlikte nasıl iştirak ettiği belli değildir. Bu yönde maddi gerçeği ortaya koyan her türlü şüpheden uzak, kesin, savunmasının aksini ispata yarar hiç bir hukuki ve insaf sınırlarını zorlamayan bir delil yoktur.
Türkiye AİHS’yi imzalamış ve Anayasa 90/son maddesi gereğince onu bir iç hukuk normu yapıp, yasa piramidinin tepesine yerleştirmiştir. Tüm bunlara rağmen Müvekkilin lehine, hukuk devletinin unsurlarına ilişkin Anayasa ve AİHS hükümlerini tutuklama kararına gerekçe yapmak hukuk etiğine de aykırı bulunmaktadır.
B-Darbeye teşebbüs ve terör örgütü üyeliği suçlaması hukuk literatürüne geçecek derecede akıl dışıdır:
Tutuklama gerekçesinde, yukarıda yazılı bir tv kanalında edilen ve yarım bir cümle ve hangi yazılarında ve tv programlarında sarf edildiği belli olmayan bazı anlatımlar nedeniyle Müvekkile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlaması getirilmiştir.
Kastedilen TCK 312. maddedir. Bu suçun işlendiğini gösteren “kuvvetli suç şüphesi” nin geçekleşmediğinin dayanaklarını yukarıda açıkladık.
Subliminal yolla suçun işlenemeyeceğini;
İfade özgürlüğünün kullanılmasıyla darbeye teşebbüs edilemeyeceğini yukarıda açıkladık.
Bu savımızın hukuki desteği ise, TCK 316. Maddede bulunmaktadır. Maddede aynen şöyledir;
“Bu kısmın dördüncü ve 5. bölümlerinde yer alan suçlardan herhangi birini elverişli vasıtalarla işlemek üzere iki veya daha fazla kişi maddi olgularla belirlenen bir biçimde anlaşırlarsa…”
Yineleyelim: Bir tv programında sarf edilen bir konuşmanın içinden çekilerek alınan ve yarım kalan bir cümle ile mahiyeti belli olmayan bazı yazı ve tv konuşmaları bu suçlama için “elverişli vasıta”mıdır?
Herhalde değildir.
Suçlama ve kanıtlar hukuki ve akli değildir. Tutuklama için gerekli olan “kuvvetli suç şüphesi” nin hiç bir hali gerçekleşmemiştir.
C- Tutuklamanın hiçbir koşulu gerçekleşmemiştir. Anayasa mahkemesi ve AİHM kararları bu savunmamızı desteklemektedir:
Aşağıda Anayasa Mahkemesi’nin Gül/Dündar kararından uzunca bir alıntı veriyoruz. Yalnızca bu kararı referans olarak vermemizin nedeni Yüksek Mahkemenin bu kararı verirken hem kendi yerleşik kararlarını hem de AİHM’nin benzer kararlarına bolca referans yapmış olmasıdır.
Karardaki belirlemeler aynen şöyledir:
‘’62.“…..orantısız şekilde özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını, tutuklanmalarını gerektirir herhangi bir nedenin bulunmadığını, haklarında verilen tutuklama kararının tek nedeninin yaptıkları haberler olduğunu, yayımlanan haberler dışında aleyhlerine herhangi bir delil gösterilmediğini belirterek tutuklama kararının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
 Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı devletin, bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir haktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Medvedyev ve diğerleri/Fransa, B. No: 3394/03, 29/03/2010, §§ 76-79; Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36443/06, 14/4/2015, § 74; Assanidze/Gürcistan [BD], B. No: 71503/01, 8/4/2004, § 169, 170).

63. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması, ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

64. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”

65. Anılan fıkrada, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delilleri yok etmelerini veya değiştirmelerini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır.

66. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi, öncelikli olarak suç işlediği hususunda "kuvvetli belirti" bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir.
Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tutuklama kararı verilebilmesi için kuvvetli suç şüphesinin bulunmasının yanı sıra bir "tutuklama nedeni"nin de bulunması gereklidir.
Anılan fıkrada tutuklama nedenleri "suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin kaçmasını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek" veya "bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâller" olarak gösterilmiştir.
Tutuklama tedbirinin düzenlendiği 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde de tutuklama nedenlerinin neler olduğu belirtilmiştir. Buna göre (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste hâlinde belirtilmiştir (Ramazan Aras, § 46). Kanunun tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngörmesi durumunda bile kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının objektif bir gözlemciyi ikna edecek biçimde ortaya konulması gerekir (Engin Demir [GK], B. No: 2013/2947, 17/12/2015,

68. Öte yandan ciddi ve ağır bir tedbir olan tutuklama, ancak daha hafif başka bir tedbirin bireyin ve kamunun yararını korumak için yeterli olmayacağının ortaya konulması hâlinde makul kabul edilebilir.
Bu bağlamda kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması için suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olması tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi için yeterli değildir. Tutuklama tedbiri somut olayın koşulları altında "gerekli" de olmalıdır (benzer yönde AİHM kararı için bkz. Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, § 81). Bu, Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ölçütleri arasında sayılan "ölçülülük" ilkesinin unsurlarından biri olan "gereklilik" unsurunun (AYM, E.2015/40, K.2016/5, 28/1/2016) da bir gereğidir. Tutukluluğa ilişkin kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında gözetilmesi gereken denge açısından öncelikle adli kontrol tedbirleri değerlendirilmeli ve adli kontrolün neden yetersiz kalacağı gerekçelendirilmelidir (Engin Demir [GK], § 69).

 Tutuklama kararlarında isnat edilen suçlara ilişkin olarak mevcut delil durumunun tutuklama için yeterli olduğu belirtilmiş ise de anılan haberler dışında somut herhangi bir delilden bahsedilmemiştir. Ancak tutuklama kararının gerekçesinde söz konusu haberlerin "siyasal veya askeri casusluk maksadıyla" yayımlandığına ilişkin kuvvetli suç şüphesine başvuruculara isnat edilebilecek hangi somut olgulardan hareketle ulaşıldığı açıklanmamıştır. Tutuklama gerekçesinde "silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek ve isteyerek yardım etme" suçuna ilişkin kuvvetli suç şüphesi yönünden ise başvurucuların, yayımladıkları haberlerin "hakkında soruşturma devam eden terör örgütü ile ilgili olduğunu mesleki durumları itibarıyla bilmeleri gerektiği" kanaati dışında yardım etme suçlamasına dayanak teşkil edecek somut bir olgu gösterilmemiştir. (Kuvvetli suç şüphesinin olmadığını göstermek amacıyla bu olguyu da referans gösteriyoruz)
Diğer taraftan tutuklama tedbirinin Anayasa'nın 13. maddesindeki ölçütlerden biri olan ölçülülük ilkesi kapsamında "gerekli" olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir
 Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar…

84. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Basın hürdür, sansür edilemez…Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır. Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.

86. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen “bilgi” ve “düşünceler” için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 24/9/1976, § 49). Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun varlığı, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifade edilebilmesine bağlıdır (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 41).

87. İfade özgürlüğünün özel bir görünümü olan basın özgürlüğü ise sadece basının haber verme ve yayma hakkını koruyan bir özgürlük değildir. Basın özgürlüğü demokratik çoğulculuğun sağlanabilmesi açısından halkın haber ve fikirlere ulaşma özgürlüğüyle de doğrudan ilgilidir. Özellikle halkın kamuyu ilgilendiren tartışmalar kapsamındaki haber ve fikirlere ulaşmasına imkân tanınarak bu tür tartışmalara katılımının sağlanması demokratik çoğulcululuk için vazgeçilmez niteliktedir. Bu bağlamda basının -gazetecilik etiği çerçevesinde- kamunun "gözetleyicisi" olarak haber ve kanaatleri yayabilmesi demokratik bir devlette şeffaflık ve hesap verilebilirliğinin sağlanmasına da katkıda bulunur (benzer yönde AİHM kararları için bkz. Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102; Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62; Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71). Sağlıklı bir demokrasi, kamu makamlarının yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından değil, sivil toplum örgütleri ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (Ali Rıza Üçer (2), § 55).

90. Ancak belirtilen amaçlarla ifade ve basın özgürlüklerine getirilecek sınırlamaların Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen genel sınırlama ölçütlerinden "demokratik toplum düzeninde gerekli olma" ve "ölçülülük" ilkeleriyle uyumlu olması gerekir. Demokratik toplumda gerekli olma ilkesi çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır. Ölçülülük ilkesi ise sınırlanma amaçları ile bu amaca ulaşmak için kullanılan araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu nedenle ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen aracın "elverişli", "gerekli" ve "orantılı" olup olmadığı değerlendirilmelidir (Fatih Taş, §§ 90, 92, 96)

Başvuruculara Cumhuriyet Başsavcılığında yöneltilen sorular ve haklarında verilen tutuklama kararının gerekçelerine bakıldığında başvurucuların gazetede haber yayımlama dışında haklarındaki suçlamalara temel teşkil edecek başkaca bir olgudan bahsedilmemektedir. Bu bağlamda başvurucular hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin haberlerin içeriğinden bağımsız olarak ayrıca ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale oluşturduğu anlaşılmaktadır (Tutuklama tedbirinin ifade özgürlüğüne müdahale teşkil ettiğine ilişkin AİHM kararları için bkz. Nedim Şener/Türkiye, § 98; Şık/Türkiye, § 85).
 Müdahalenin ihlal oluşturmaması için sadece kanuni dayanağın ve meşru amacın bulunması yeterli değildir. Başvuruculara uygulanan tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalini oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi için somut olayın demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük koşulları yönünden de incelenmesi gerekir.
97. Tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yukarıda yapılan tespitler dikkate alındığında (bkz. §§ 76-80) ve isnat edilen suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun başvuruya konu haberlerin yayımlanması olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez.

99. Öte yandan demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin başvurucular ve genel olarak basın üzerindeki muhtemel "caydırıcı etkisi" de dikkate alınmalıdır (Ergün Poyraz (2), § 79; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Nedim Şener/Türkiye, § 122; Şık/Türkiye, § 111). Başvuru konusu olayda tutuklama gerekçelerinde, yayımlanan haberler dışında herhangi bir somut olgu ortaya konulmadan ve tutuklamanın gerekliliğine ilişkin gerekçeler belirtilmeden başvurucuların tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır.

100. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan ve yukarıda ihlal edildiğine karar verilen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir
.’’
2- Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye göre de Müvekkil hakkında tutuklama kararı verilmesi hukuka aykırı bulunmaktadır.
MÜVEKKİLLERE Cumhuriyet Başsavcılığında yöneltilen sorular ve haklarında verilen tutuklama kararının gerekçelerine bakıldığında TV PROGRAMINDAKİ KONUŞMALAR ile gazetede YAZI YAZMAK VE GÖRÜŞ BİLDİRİR yayımlama dışında haklarındaki suçlamalara temel teşkil edecek başkaca bir olgudan bahsedilmemektedir.
Bu bağlamda TIPKI YUKARIDA VERİLEN AYM KARARI GEREKÇLERİNDE KABUL EDİLDİĞİ GİBİ hakkında da uygulanan tutuklama tedbirinin haberlerin içeriğinden bağımsız olarak ayrıca ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale oluşturduğu anlaşılmaktadır
 Bu noktada aynı şekilde, tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalini oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi için somut olayın demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük koşulları yönünden de incelenmesi gerekir.
Tutuklamanın hukukiliğine ilişkin olarak yukarıda yapılan tespitler dikkate ve isnat edilen suçlamalara temel olarak gösterilen tek olgunun bir TV programında konuşmanın içinden çekilen ve yarım bırakılan bir cümle olduğu gözetildiğinde hukukilik şartını sağlamayan tutuklama gibi ağır bir tedbir, ifade ve basın özgürlükleri bakımından demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak kabul edilemez.

Öte yandan demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük değerlendirmesi yapılırken ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalelerin şüpheli hakkında genel olarak basın üzerindeki muhtemel "caydırıcı etkisi" de dikkate alınmalıdır
Tutuklama gerekçelerinde, bir TV programında konuşmanın içinden çekilen ve yarım bırakılan bir cümle dışında herhangi bir somut olgu ortaya konulmadan ve tutuklamanın gerekliliğine ilişkin gerekçeler belirtilmeden başvurucuların tutuklanmış olmasının ifade ve basın özgürlüklerine yönelik caydırıcı bir etki doğurabileceği de açıktır.
3-         CMK 100. ve 109. maddelerinin dikkate alınmasını diliyoruz:
Öncelikle belirtelim ki, Gül ve Dündar kararından da görüleceği üzere; suçlamanın CMK 100/2. Maddede yer alan katalog suçlardan olması başlı başına tutuklama nedeni değildir. Nitekim katalogda sayılı suçlarla ilgili olarak emredici bir ibare bulunmamaktadır. Ve  “tutuklama nedeni sayılabilir” denmektedir. Bunun mefhumu muhalifinden çıkan sonuç ise açıktır. Bir suç,  katalog suçlardan olsa dahi tutuklama nedeni başlı başına tutulama nedeni sayılmayabilecektir.
İtirazımızı inceleyen Sayın Yargıçlığın CMK 109/1. Maddeyi de göz önüne alması gerekmektedir. Maddede şöyle denmektedir: Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada 100. Maddede belirtilen sebeplerin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
Demek ki katalog suçlar listesinde bulunsa dahi tutuklama şart bulunmamaktadır.
 Müvekkilin kaçma ve delilleri yok etme ihtimali bulunmamaktadır:
Tarafımıza yöneltilen suçlamalardan açıkça anlaşılmaktadır ki, toplanacak, dolayısıyla karartılacak kanıt bulunmamaktadır.
Tutuklamanın bu koşulunun da gerçekleşmediği açıkça ortada bulunmaktadır.
Avukat ERGİN CİNMEN – Avukat VEYSEL OK
MEHMET HASAN ALTAN MÜDAFİLERİ
 
 

 

Konu ile ilgili sayfalar...
7/14/2017 - Yeni KHK ile 7 binden fazla ihraç: Emniyet'ten 2303, Adalet Bakanlığı'ndan 418, YÖK'ten 302, Diyanet'ten 551...
7/4/2017 - Utanç bilançosu: Yılın ilk altı ayında en az 906 işçi hayatını kaybetti...
6/23/2017 - Altan kardeşler ve Ilıcak'ın görüşleri nedeniyle 'darbecilik'le suçlandığı davada tahliye yok!...
6/23/2017 - Article 19 bilirkişi raporu: Altanlar'a yönelik suçlamalar asılsız, müebbet istemi orantısız...
6/21/2017 - Gülen yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında yargılanan gazeteci yazar Mehmet Altan: Darbeden haberdar değildim ...
Bütün başlıklar için tıklayınız