Basından > 21. yüzyıl modeli "mübadele" ve "tehcir": Siz gidin, onlar gelsin

21. yüzyıl modeli "mübadele" ve "tehcir": Siz gidin, onlar gelsin
Şu haber dikkatinizi çekti mi bilmem;

"İçişleri Bakanlığı, “Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarı Taslağını” ilgili kurum ve kuruluşların görüşüne açtı. Kanun taslağında, özel güvenlik görevlilerine “polisin yetkisine” benzer yetkiler tanındı. Yasa taslağına göre, özel güvenlik görevlilerin, üst ve eşyalara ilişkin elektronik cihazla kontrol etme yetkisinin yanı sıra, kimlik kontrolü, araçlara ait trafik belgelerini kontrol etmeye de yetkili olacak. Görevliler, ayrıca mahsus olmayan görev alanında trafiği düzenleme de yetkileri de bulunacak"

Haberde, "ilgili kurum ve kuruluşların" görüşleri alındığı söyleniyor ama bu yasa taslağının ne olduğu kamuoyuna açık değil. Ancak, haberin ilerleyen satırlarından öğreniyoruz ki, Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran'ın ifadesine göre, " Taslak ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı dahi olmayan ilköğretim mezunu ve lise mezunları, özel şirketlerden aldıkları eğitim ile neredeyse genel kolluk kuvvetleri kadar, hatta onun da üstünde hak ve yetkilerle donatılmak isteniyor".

Hukukçu Canduran,"Özel güvenlik görevlilerinde aranacak şartlar arasında yer alan ‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma’ şartı da kaldırılıyor. Silahsız özel güvenlik görevlisi olacaklar için en az sekiz yıllık ilköğretim veya ortaokul, silahlı özel güvenlik görevlisi olacaklar için en az lise veya dengi okul mezunu olmak yeterli sayılıyor" diyor.

Bu yasa tasarısı, bu şekilde kanunlaşırsa, "Türkiye vatandaşı olmayan", Suriye'de savaşmış her türlü radikal silahlı örgütün üyesi, günü gelip Türkiye'nin sınırları içinde özel güvenlikçi olabilir.

"Vatandaş olmayan" özel güvenlikçiler, kendisine tanınan yasal haklar çerçevesinde, Türkiye vatandaşlarını durdurup, kimlik kontrolü yapma, elle arama, araçlarını arama, üzerindekilere el koyma gibi yetkilere sahip olacak.

Bir gün Suriye'de çözüme doğru ilerlendiğinde, Türkiye sınırlarından geçerek Suriye'ye gitmiş ve burada savaşmış olan bilumum insan, bir daha ülkelerine dönemeyecekler veya kendi tercihleriyle zaten dönmeyecekler. Bu durum, zaten büyük bir sorun; ama bu kişiler, bir de böyle bir yasa ile "özel güvenlikçi" olabilme gibi bir "kariyer fırsatı" yakalarlarsa, karşımıza çıkan sorun çok çok daha büyük.

Ne yazık ki, bu yasa tasarısının ardında yatan zihniyet, türlü yeni düzenleme ile, mevcut Türkiye vatandaşlarından "uygun bulunmayanları" dışlamayı ve yerlerine de yeni "vatandaşlar" veya vatandaşlığa yakın haklara sahip yeni toplulukları almayı öngören bir yaklaşıma sahip gibi gözüküyor.

Geriye gidelim; Nisan başında Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle bir konuşma yapmıştı:

"Terör örgütünün yandaşlarını devre dışı bırakmak için vatandaşlıktan çıkartma dahil gereken tüm önlemleri almakta kararlı olmalıyız. Bunlar bizim vatandaşımız dahi olamazlar".

Ancak, konuşma genelinde "terör örgütü yandaşı" atfı yapılanlardan da şu şekilde bahsediliyordu:

"Avukatlık bürosu adı altında terör örgütünün birimi olarak çalışan sözde avukatların bulunduğunu biliyoruz, bunda hiç şüphemiz yok. Aynı durum gazeteci kimliği, buranın altını özellikle çiziyorum, akademisyen kimliği, doktor, öğretmen kimliği taşıyanlar için de geçerli. Bakıyorsunuz son zamanlarda, 'akademisyen olduğuna göre tutuksuz yargılansın' deniyor. Ne demek, suçluysa, eğer yargı buna hükmettiyse o da tutuklu yargılanacak".

Ve bu açıkla şöyle devam ediyordu:

"Akademisyen görünümlü destekçi, gazeteci kimlikli casus, siyasetçi kılıklı eylemci, memur ünvanlı milis olarak, terör örgütünün emrine girenlerin elinde silahı, bombası olan teröristlerden hiçbir farkı yoktur. Yine kuzu postuna bürünmüş sırtlanlar da terör örgütü mensuplarıyla aynı amaca hizmet ediyorlar. Bu konuda da milletçe dikkatli olmalıyız. Devletine ve milletine ihanet içinde olan hiç kimseyi sırtımızda taşımak zorunda değiliz".

Geçen Kasım'dan beri, Türkiye'nin Kürtlerin ağırlıkta olduğu bazı kentleri, ilçeleri neredeyse toptan yerle bir edildi malum. Bu yerlerin aralarında, binlerce yıllık tarihe sahip Diyarbakır Sur da var.

Hürriyet'in hükümetten sorumlu muhabiri Abdülkadir Selvi'nin yazısından alıntılarsak; Sur için öngörülen plan şu:

"Birincisi: Bütün şahısların, bizdeki hak sahiplerinin isimleri, ne kadarlık evlerinin olduğu ve değerinin ne olduğu şu anda yazılı. İsterse vatandaş parasını alacak, tapusunu bize teslim edecek, zaten ev yıkılmış ama toprağın tapusunu bize teslim edecek. İki: ‘Bana daire verin’ diyorsa, şu anda Diyarbakır’ın mahallelerinde oluşturduğumuz yaklaşık 3 bin konutluk devam eden inşaatlarımız var. Kasım-aralık gibi bu evlerin bir kısmı bitecek. 2+1’ler var 3+1’ler var, 140 metrekare evler var. ‘Ben buradan ev almak istiyorum’ derse vatandaş, o zaman evinin tespiti ile o karşısında vereceğimiz evlerin değerini karşılaştıracağız, aradaki farkı uzun vadeli olarak kendisinden isteyeceğiz. Üçüncü bir şık daha var: ‘Ben Urfa’da, Mardin’de, İstanbul’da TOKİ’nin yaptığı evlerden, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yaptığı evlerden istiyorum’ dedi vatandaş. Tamam, takasa girebiliriz. Sur içinde yapmak isterse, arsasının kendisinin olması lazım. Arsası kendisininse ve yapmak istiyorsa imar planına uygun olarak yapabilir. İmar planları kesin, buna herkes uymak zorunda, buna uygun davranmazsa hapis cezası var zaten".

Yani, Sur'un "orijinal halkı" için öngörülen gelecek, "ya git, ya git".

Sur'un bir "pilot proje" olduğunu tahmin etmek zor değil. Aynı proje, Nusaybin, Cizre, Yüksekova ve ötesi için de uygulamaya konacak belli ki. Peki, bu il, ilçe, yıkılan mahallelerin sakinleri  başka yerlere yollanınca ne olacak? Herhalde, oralara bir nüfus yerleştirilecek. Acaba kimlerin oralara yerleşmesi, yerleştirilmesi öngörülüyor?

İpuçlarını birleştirince sadece Sur'u veya çevresini değil; tüm Türkiye'yi ve çevresini ilgilendirecek bir "tehcir" ve "mübadele" politikaları devreye girmiş gözüküyor.  

"Yeni Türkiye"ye, yeni nüfus yaratılmak isteniyor gibi politikalar uygulanıyor.

İpuçları çeşit çeşit; özel güvenlik yasası dışında, şu günlerde alel acele yasalaştırılmaya çalışan paketlerin içerisinde, Türkiye'den mülk alanlara yabancılara, "Turkuaz Kart" verilip, vatandaşlığa yakın haklar tanınması, Suriye'den gelen sağlık çalışanlarında, Türkiye'de çalışırken "diploma denkliği" aranmaması gibi uygulamalar da var.

Yıllarca göçmen statüsünde yaşamış biri olarak, vatandaşı olduğum ülkeye başka yerlerden insanların gelip yaşamasına, çalışmasına, mülk edinmesine hiçbir itirazım yok. Ancak, eş zamanlı olarak, "makbul vatandaş" olmadıkları düşünülerek, "terör örgütü yandaşı" diye yaftalanıp dışlanmaya çalışılan Türkiye vatandaşları olması, "sırtımızda taşımak zorunda değiliz" diye "istenmeyenlere", yük muamelesi işin rengini değiştiriyor.

Nüfus mühendisliklerine girişiliyor ve çok ağır vebali olan işler bunlar. Tepeden bakıp, kimin kalıp kimin gönderileceğine, göçe zorlanacağına karar vermeye kalkmak, değil Türkiye'yi, bütün bu coğrafyayı paramparça eder.

Sezin Öney, haberdar.com

16.06.2016

Konu ile ilgili sayfalar...
7/14/2017 - Yeni KHK ile 7 binden fazla ihraç: Emniyet'ten 2303, Adalet Bakanlığı'ndan 418, YÖK'ten 302, Diyanet'ten 551...
7/4/2017 - Utanç bilançosu: Yılın ilk altı ayında en az 906 işçi hayatını kaybetti...
6/23/2017 - Altan kardeşler ve Ilıcak'ın görüşleri nedeniyle 'darbecilik'le suçlandığı davada tahliye yok!...
6/23/2017 - Article 19 bilirkişi raporu: Altanlar'a yönelik suçlamalar asılsız, müebbet istemi orantısız...
6/21/2017 - Gülen yapılanmasına yönelik soruşturma kapsamında yargılanan gazeteci yazar Mehmet Altan: Darbeden haberdar değildim ...
Bütün başlıklar için tıklayınız