Avrupa Birliği > Bir adım önde olmak ve müzakereler

Bir adım önde olmak ve müzakereler

Türk dış politikasının son yıllarda prensibi olan üç yaklaşımına hep sempati ile baktım. Bunları "pro-aktif", "bir adım önde olmak" ve "komşularla sıfır sorun" olarak adlandırmak mümkün.

Komşularla sıfır sorun yaklaşımı son yıllarda da yer yer polemik konusu oldu. Ermenistan ve Kıbrıs açılımları ile övgü alan bu prensip, açılımın tıkanması ile sorgulanırken, Suriye ve Irak krizlerine ve Türkiye'nin tutumuna işaret edilirken ise haksız olarak polemik konusu yapıldı. Türkiye, Suriye krizinin gelmekte olup Esed'i reformlar için kazanmaya çalışan ilk ve en fazla emek harcayan ülke idi. Bugün bazı çevreler tarafından bu gerçek unutulduğu gibi, Türkiye, Suriye'de krizin derinleşmesinden sorumlu tutuluyor. Biz Türkiye'nin, Suriye politikasında sağduyulu ve sınırlarını sığınmacılara açarak en önemli insanî desteği verdiğini düşünüyoruz. Bu ara Avrupa Birliği de özellikle maddi yardım kapsamında önemli katkılarda bulunuyor, bu dayanışma değerlerini kapılarını Suriye sığınmacılarına açarak ispatla masada. Irak politikasında da sıfır sorun politikasına atıf yapan polemikler susmuyor, sanki Maliki ile Kürtler ve Sünniler arasındaki sorun ve kutuplaşma Türkiye'den kaynaklanıyormuş gibi. Bu çevreler Türkiye Maliki'nin yanında yer alıp Kürtleri izole eden bir politika izleseydi, ne derlerdi merak ediyorum. Böyle bir politikanın bugünlerde izlediğimiz Kürt sorununu diyalog ile aşma açılımına ters düşeceğini herhalde görüyorlardır. Umarım görüyorlardır...

Her neyse, biz konumuz olan "bir adım önde olmak" ve AB ile tıkanmış müzakereler konusuna dönelim ve yanlış anlaşılmalara fırsat vermemek için hemen vurgulayalım. Bu zaaflar bir AB komiserinin deyimi ile ortak çıkarlara zarar vermek bir yana, "kendi ayağına kurşun sıkmaya" kadar gitmektedir, enerji politikası, Adalet ve Temel Haklar fasıllarının bir üyenin vetosu ile tıkanmış olduğu gibi. Müzakere kararının alındığı 2004 tarihinden bu yana aday ülke Türkiye'nin başbakanı hiçbir zirveye davet edilmemiş, iki ülke tarafından 35 müzakere başlığından 10'u tek taraflı veto edilmiştir. Bu ülkelerden birinin ülkem Fransa olmasından hep utandım diyebilirim, bu vetoların Türkiye ile Fransa arasındaki ekonomik işbirliği ve siyasi ilişkilere verdiği zarar bir yana. Türkiye, müzakerelerin tıkanmasından sorumlu mu değil mi konusunda ise biraz yakından tartışmak istediğim Kıbrıs dışında pek örnek bulamıyorum.

Kıbrıs konusunda durum biraz farklı da olsa, ana sorumlu yine Türkiye değil. Türkiye iç politikasını biraz yakından izleyenler bugün artık AKP hükümetinin 2004 Kıbrıs açılımı ile aldığı iç politik risklerin boyutunu detayları ile biliyorlar. Kıbrıslılar adaya sınırlı dünyaları ile Annan Planı ile açılan tarihî fırsatı görmedikleri için, dokuz yıldır sadece Kıbrıs'ta çözüm tıkanmış değil, AB-Türkiye ilişkileri de tıkanmış durumda. Müzakerelerin tıkandığı noktaya -limanların açılması ve Kuzey Kıbrıs ile doğrudan ticaret- biraz yakından baktığımızda bu iki sorunun müzakereleri tıkayacak önemde konular olmadığını hemen görürüz. Sorun bu iki konuda değil zaten. Sorun Kıbrıs-Türkiye-AB üçgeninde sürmekte olan güven krizi. Ankara, Annan Planı ile yaşanan tecrübeden sonra ne Lefkoşe'den ne de Brüksel'den gelen mesajlara inanmıyor ve karşılıksız adım atmak istemiyor. Bu ara Kıbrıs ve Yunanistan'da bugünlerde ekonomik kriz ile boğuştukları için, Türkiye politikalarında açılım için gerekli özgüvenden tümden yoksunlar. Türkiye'ye yönelik her türlü açılım kamuoyunda zaaf olarak algılanacağı için, zaten sandalyesi sağlam olmayan Atina ve Lefkoşe hükümetlerinden de olumlu inisiyatifler beklemek pek gerçekçi olmaz. Toparlarsak; herhangi bir girişim olmazsa bu tıkanıklık daha yıllarca sürebilir. Bu yüzden sadece Ankara değişen politik parametreleri yeniden değerlendirip "bir adım önde" olabilirse müzakerelere ivme kazandırabilir. Nedir bu yeni parametreler?

Ülkem Fransa'da Sarkozy'nin seçimleri kaybetmesi ve Sosyalist ve Yeşillerden oluşan yeni hükümet ve Cumhurbaşkanı Hollande'ın Türkiye politikasını yeniden yapılandırmak niyetinde olduklarını vurgulamaya gerek yoktur sanıyorum. Biliyorsunuz bu ara Fransa, bölge politikalarını kapsayan 22. faslı müzakerelere açma kararı alarak, kısmen de olsa veto politikasını terk etmiş oldu. Önümüzdeki haftalarda beklenen Hollande'ın Türkiye ziyareti yeni Türkiye politikasının şekillendiği günler ve vetoların gündemden düştüğü bir süreç olacaktır. Almanya'da da taşlar oynuyor. Bayan Merkel, "partisinin" Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmadığını tekrarlasa da, "hükümetinin" müzakerelerin arkasında olduğunu her zaman vurgulamış, Sarkozy'ye ters düşmemek için Kıbrıs politikasında pasif kalmıştır. Merkel için en önemli etken iç politik dengeler ve sağ seçmendi. Türkiye'nin ekonomik kalkınma süreci ve Almanya'dan Türkiye'ye göç, bu kesimin korkularını törpülediği gibi, demografik gelişme Almanya'da yeni göç politikasına bakışı da değiştirdi. Artık Berlin'in de müzakerelerin tıkanmasından oldukça rahatsız olduğu biliniyor.

En büyük parametre değişimini ise Kıbrıs'ta izliyoruz. Annan Planı'nı tıkayan çevrelerin, arzu ettikleri çözüme değil, Kıbrıs'ı çözümsüzlüğe taşıdıkları, AB'nin Türkiye'yi dize getirmek için uygun bir kaldıraç olmadığını fark ettiklerini izliyoruz. Sadece Annan Planı'nı değil, çözüm umudunu da gömdüler. Fakat seçmen Kıbrıs'ta da artık bu kesimlere kredi vermek niyetinde görünmüyor. Annan Planı'na verdiği destek yüzünden aşırı milliyetçi kesimler tarafından nerede ise "vatan haini" ilan edilen Anastasiades'in yeni cumhurbaşkanı seçilmesi, adada taşların oynadığına işaret ediyor. Halk adada çözüm ve dirlik istiyor, gerilim değil. Yunanistan krizi ile dibe vuran, 16-18 milyar Euro -bu rakam ülkenin bir yıllık gayri safi milli gelirine tekabül ediyor- gibi bir rakama ile iflastan dönebilecek Kıbrıs bankaları için ülke el açmış durumda. Sadece Almanya değil, birçok AB ülkesi kara para yıkama makinesi gibi çalışan bu bankalara, Rus milyarderlerinin olası zararlarını vergi mükelleflerine ödetmek niyetinde olmadıkları için, para vermek niyetinde görünmüyor. Toparlarsak; bölünmüş, ekonomik olarak dibe vurmuş Kıbrıs'ın, Ankara'dan gelecek yeni bir açılıma ihtiyacı var ve direnecek durumda değil.

Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için hemen söyleyelim. Anastasiades'in seçimi ile Kıbrıs'ta hızlı bir çözüm süreci beklemiyoruz. Anastasiades, bir zamanlar desteklediği Annan Planı'nın çözüm modeli olmadığını ve Kıbrıslı Rumların ezici çoğunlukla reddettiği bu planın artık tarihe karıştığını biliyor. Bu yüzden iki toplumun da çıkarına olan ve desteklediği yeni bir çözüm süreci için zamana ihtiyacı var. Kaldı ki önceliği ülkeyi ekonomik olarak ayakları üstüne koymak. Fakat Anastasiades, ülkesini NATO üyesi yapmak ve "Rusya'nın Brüksel temsilcisi" konumundan kurtarmak ve tam anlamı ile bir AB üyesi yapmak niyetinde. Bu tür bir politikanın Türkiye ile çatışma değil, diyalog gerektirdiğini söylemeye gerek yoktur sanıyorum.

Ankara, tıkanmış müzakere sürecinin önünü açmak istiyorsa Kıbrıs ve AB'de değişen bu parametreleri göz önünde bulundurarak tekrar "bir adım önde olmak" için yeni Cumhurbaşkanı Anastasiades ile Kıbrıs'a limanlarını açmalıdır. Bu tür bir "jesti" çözüme verdiği destek ile Anastasiades sadece hak etmiş olduğu için değil, aynı zamanda ödediği politik fatura yüzünden güvenilir bir politikacı olduğu için. Ankara "Rumlar çözüm istemiyor" söylemini Anastasiades ile terk etmek zorundadır, inandırıcı kalmak istiyorsa. "Bir adım önde olma" girişiminin ikinci, belki daha önemli sonucu AB'nin "Doğrudan Ticaret Tüzüğü"nü uygulaması için altyapının oluşması yanında, vetolu 8 başlığın müzakerelere açılmasıdır. Sarkozy sonrası AB'de bu tür bir gelişmeyi engelleyici hiçbir odak bulunmamaktadır artık. Ankara'nın limanları açmak için Doğrudan Ticaret Tüzüğü'nün geçmesini ön koşul yaptığını biliyoruz. Fakat kararın Avrupa Parlamentosu'nda bekletildiğini, Bakanlar Konseyi'nde oybirliği gerektirmediğini de biliyoruz. Ayrıca Kıbrıs'ın Türkiye ile müzakerelerin tıkanmasından rahatsız olan Berlin ve Paris'ten gelebilecek "gölge etme" ricasını geri çevirmeyeceğini de düşünüyoruz. Toparlarsak; artık "bir adım önde olmak" için tüm verilerin toplanmış olduğunu görüyoruz. Ne dersiniz, Ankara'dan da görünüyor mu bu yeni parametreler?

*Türkiye-AB Karma Komisyonu Eşbaşkanı

 

Zaman, 28.02.2013

Konu ile ilgili sayfalar...
3/31/2017 - Avrupa Birliği Brexit stratejisini açıkladı...
3/28/2017 - Gürcüler vizesiz Avrupa'da ...
3/25/2017 - AB'nin 60'ıncı doğum günü ...
3/11/2017 - AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Hahn: Türkiye’ye bazı mali yardımlar durduruldu ...
3/1/2017 - Avrupa Konseyi: Türkiye otokrasiye sürükleniyor ...
Bütün başlıklar için tıklayınız