Avrupa Birliği > Avrupa ve Türkiye hakkında şaşırtan gerçekler

Avrupa ve Türkiye hakkında şaşırtan gerçekler

Türkiye’nin AB süreci, yıllardır en çok tartışılan ancak en az bilinen konuların başında geliyor. Hiç konuşulmayan şaşırtıcı gerçekleri öğrenmek ister misiniz?

Yıllardır Avrupa kurumlarını izleyen DW Strasbourg muhabiri Kayhan Karaca, Türkiye’nin AB üyelik sürecine ilişkin ilginç değerlendirme ve izlenimlerini aktardı. Karaca, Deutsche Welle Türkçe yayınlar sorumlusu Baha Güngör’ün sorularını yanıtladı:

Güngör:  Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Brüksel, Lüksemburg, Strasbourg, Avrupa Konseyi… bir sürü kavram karmaşası var. Birazcık bunları bizim çözmemize, anlamamıza ve özellikle dinleyicimizin, izleyicimizin anlaması için yardımcı olur musunuz? Avrupa Konseyi ile Avrupa Parlamentosu arasındaki fark nedir?

Karaca: Şimdi, Avrupa Konseyinden başlayalım her şeyden önce. Avrupa Konseyi diye adlandırdığımız Avrupa teşkilatı, yani İngilizce tabiri ile ‘Council of Europe’, Almanca tabiri ile ‘Europarat’, 1949 yılında Strasbourg’da kurulmuş bir teşkilat. Bu teşkilata Türkiye’nin de üye olduğunun altını çizmekte fayda var. Şu anda 47 Avrupa ülkesi Avrupa Konseyi’nin üyesi. Bu teşkilatın merkezi Fransa’nın Strasbourg kentinde bulunuyor. Strasbourg’un da merkezi olarak seçilmesinin nedeni, İkinci Dünya Savaşı sonrası olduğu için, Fransız-Alman dostluğunun sembolü olan kent olmasından kaynaklanmakta.

Güngör: Türkiye'nin, Avrupa Konseyi'ne 1949’da girdiği bilinen bir gerçek, ama Türkiye, kurucu üye miydi?

Türkiye, bugün kurucu üye olarak adlandırılıyor ama aslen kurucu üye değil, zira Avrupa Konseyi Mayıs 1949’da kuruldu. Türkiye, Yunanistan ile beraber Ağustos 1949 tarihinde Avrupa Konseyi’ne üye oldu. Fakat kuruluşundan 30-35 yıl sonra Avrupa Konseyi’nin statüleri değiştirildi. Yunanistan ve Türkiye, o tarihten bu yana da kurucu üye olarak nitelenmekteler. Bu Avrupa Konseyi, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan Avrupa’nın ilk önemli Avrupa teşkilatı. Yalnızca kimi Avrupa devletleri, bu teşkilatın yeterli olmadığı ve olmayacağı inancına vardılar, zira Avrupa Konseyi sadece siyasi işlerle uğraşan bir teşkilat. Bu nedenle, 50'li yıllardan itibaren, Avrupa’nın ekonomik planda entegrasyonu gündeme geldi, özellikle Almanya ve Fransa’nın da itici güç olarak rol oynamasıyla beraber, ve o zaman AET (Avrupa Ekonomi Topluluğu) olarak bildiğimiz kuruluş oluşturulmaya başlandı.

Karaca:

Güngör: Yani Türkiye'nin 1963’de Ortaklık Anlaşması imzaladığı kuruluş?

Karaca: Aynen. Yani bugün Avrupa Birliği olarak bildiğimiz organizasyon. Onun da temelleri 50'li yıllarda atıldı, biz de -sizin de belirttiğiniz gibi - 1963 yılında Ankara Anlaşması’nı (ortaklık anlaşmasını) imzalayarak, gelecekte, o zamanki AET’ye üye olma angajmanına girmeye başladık. Elbette bütün bu konuştuklarımız Soğuk Savaş döneminde oluyor, o tarihlerde Avrupa’nın, en azından o zamanki Batı Avrupa’nın siyasi entegrasyonu söz konusu değil. En azından bugün anladığımız anlamda değil. O zamanki Avrupa Konseyi’nin oluşturulması, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun oluşturulmasının bir numaralı sebebi, Sovyetler Birliği denen ve Doğu Bloku denen Blok’a karşı liberal, Batılı, Amerikan yanlısı, Atlantik ilişkileri taraftarı bir Blok’un oluşturulması. Avrupa ile olan bütün kurumsal ilişkilerimizin o tarihlerde böyle gelişmesinin bir numaralı nedeni, Soğuk Savaş. Bu, çok çok önemli.

Yalnız burada bir ayrıntı var: Türkiye Cumhuriyeti, bu belgenin hazırlayıcıları arasında olmasına rağmen, kendi vatandaşlarına, kendisine karşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bireysel başvuru hakkını 1987 tarihine kadar tanımıyor. Neden tanımıyor? Tahmin edebileceğiniz nedenlerden ötürü. Önce Soğuk Savaş var. Ondan sonra da tabii 12 Eylül cunta dönemi, ona generaller de izin vermiyorlar. Yalnız Turgut Özal ve ekibi, bir şeylerin değişmekte olduğunu anladıkları için, Avrupa Birliği’ne başvuru yapıyorlar ve Avrupa Birliği ülkeleri (o zaman AET ülkeleri) de Türkiye’den bu başvuru karşılığında kendi vatandaşlarına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde bireysel başvuru hakkını tanınmasını istiyorlar. Bizim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bireysel başvuru hakkını devlet olarak kendi vatandaşlarımıza tanımamızla Avrupa Birliği’ne yaptığımız üyelik başvurusunun aynı yıl olması, kesinlikle bir tesadüf değil.   

Güngör: Şimdi burada sözünüzü keseceğim. Balla keseceğim, daha doğrusu. Çünkü, Avrupa Konseyi’nde kim bilir Türk temsilcilerden kimler geldi, kimler geçti. Bunların eski konuşmalarından acaba bazı örnekler var mı? Neler konuşulmuş, neler yapılmış?

Karaca: Bu arşivleri biraz deştiğiniz zaman, çok çok ilginç ayrıntılar çıkıyor ortaya. Türkiye’nin bu, belki de en çok bilinmeyen taraflarından bir tanesi. Türkiye’nin parlamenter tarihinin en önemli kesitlerinden bir tanesi bu Avrupa Konseyi arşivlerinde yatıyor. Mesela, hemen en eskilerden bir örnek vereyim: Ağustos 1949. Üye oluşumuzdan bir kaç gün sonra Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin ilk oturumlarından bir tanesi düzenleniyor Strasbourg’da. Ve bu oturumlara Türk Parlamenter Heyeti de katılıyor, TBMM üyesi. Ve bu heyete o zaman Cumhuriyet Halk Partisi’nin en önde gelen milletvekillerinden biri olan Kasım Gülek de katılıyor, heyet başkanı olarak. Kasım Gülek’in orada Avrupa’nın geleceğiyle ilgili çok enteresan bir konuşması var. O oturumlar, Avrupa’nın geleceğiyle ilgili oturumlar, ve çok çok önemli. Mesela bugün ben olsam, sayın Sarkozy’ye, sayın Merkel’e, hiç çekinmeden o oturumlardaki tutanaklar ile yanıt veririm. Çünkü Avrupa’nın geleceğinin temellerinin atıldığı oturumlar o oturumlar. Ve orada mesela, bugün çok enteresandır, bir Cumhuriyet Halk Parti'li milletvekili olarak Kasım Gülek kalkıp Türkiye Cumhuriyeti adına artık Ulusal Egemenlik devrinin bittiğini ve uluslarüstü bir egemenlik döneminin başladığını, “Avrupa Egemenliği” döneminin başladığını söylüyor …ve bu terim bugün bile kullanılmıyor artık, çok enteresandır…ve oradaki bütün parlamenterler tarafından ayakta alkışlanıyor bu konuşma, ve Türkiye’nin de bu uluslarüstü egemenlik döneminde Avrupa’nın inşaası için her türlü misyonu, her türlü görevi üstlenmeye hazır olduğunu belirtiyor. Hiç bir parlamenter, hiç bir lider o zaman Türkiye’nin Avupalı olup olmadığını sorgulamıyor.  Bugün, 2009 yılında yaşadığımız tartışma, kesinlikle 1949 yılında Avrupalı liderler tarafından dile bile getirilmiyor.

Güngör: Gönül isterdi ki, çok daha fazla konuşalım, ancak zamanımız maalesef kısıtlı. Son bir soru, kısa bir soru, belki de kısaca bir yanıt alabilirim, bilmiyorum ama… Türkiye’de, halk arasında, “bu Avrupalılar bizi aralarına almayacaklar, bizi istemiyorlar, nasıl olacak da bu süreç gerçekten olumlu bir sonuca doğru yönelecek” deniyor. Sizden bir tahmin rica ediyorum, Türkiye gerçekten Avrupa Birliği’ne üye olabilecek mi?

Karaca: Bana göre Türkiye, Avrupa ailesi içinde kalacak. Ama bugün bildiğimiz anlamda bir Avrupa Birliği’nin üyesi olmayacak. Bunun için de tabii Avrupa Birliği’nin değişmesi lazım ve Avrupa Birliği de değişecek. Avrupa’nın aslında siyasi sınırları çoktan belirlenmiş durumda. Bu sınırların içinde Türkiye de var, Ukrayna da var, Moldova da var, ve şu anda üç tane Kafkas cumhuriyeti de var: Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan. Bütün bu saydığım ülkelerin hepsi, Avrupa Konseyi’nin üyesiler.  Avrupa Konseyi’nin üyesi olmak, politik anlamda Avrupalı olmak demek. Avrupa Birliği ülkeleri biliyorsunuz, bir genişleme süreci yaşadılar, on yıllık bir süre içinde 12 ülke üye yapıldı. Bunları hazmetme sorunu var. Ve bütün bu hazmetme sorunu ve genişleme süreci kesinlikle Avrupa halklarına anlatılmadan yapıldı. Sokaktaki Avrupalı, sokaktaki Alman, Fransız, İngiliz bundan habersiz. Ne olduğunu bilmiyor. Biraz önce sizin de ilk sorunuzun başında sorduğunuz gibi, Avrupa Konseyi ile Avrupa Parlamentosu arasındaki farkı Avrupa’nın başkenti olarak bilinen kentlerde yaşayan insanlar dahi bilmiyorlar. Bugün Strasbourg’da, Brüksel’de sokağa çıkın, Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği Konseyi arasındaki farkı sorun, insanların %99.9’u size doğru yanıtı veremez. Bu onların suçu değil. Sokaktaki insanları, Avrupalıları suçlamamak lazım. Siyasiler de tabii bu durumdan kendilerine birazcık pay biçip, popülist davranıp, bunun ekmeğini yemeye bakıyorlar. Bu popülist politikacıların penceresinden bakarsanız, onlar da haklılar, ki oy getiriyor. Ama ben sonuçta Türkiye’nin şöyle ya da böyle, Ukrayna ile, Kafkas cumhuriyetleri ile beraber, önümüzdeki 10-15 yıl içinde kurulacak yeni Avrupa’nın içinde kesinlikle yer alacağına inanıyorum. 

dw-world.de, 20.06.09

Konu ile ilgili sayfalar...
3/31/2017 - Avrupa Birliği Brexit stratejisini açıkladı...
3/28/2017 - Gürcüler vizesiz Avrupa'da ...
3/25/2017 - AB'nin 60'ıncı doğum günü ...
3/11/2017 - AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Hahn: Türkiye’ye bazı mali yardımlar durduruldu ...
3/1/2017 - Avrupa Konseyi: Türkiye otokrasiye sürükleniyor ...
Bütün başlıklar için tıklayınız