AİHM > Yargı reformu için “Ja” deyiniz

Yargı reformu için “Ja” deyiniz

AVRUPA Konseyi İnsan Hakları Komiseri İsveçli diplomat Thomas Hammerberg, Taraf ’a konuştu: 12 Eylül referandumu müthiş önemli. Yargının siyasallığı bitmeli.
 

1990’larda, Türkiye’nin insan hakları sicili bugünlerdekinden çok daha kötüyken, başta Avrupa ülke ve kurumlarında olmak üzere, uluslararası gözlemci heyetlerin biri gelir öteki giderdi. Artık, Türkiye’de insan hakları ihlalleri, faili meçhuller ve sistematik işkence en azından görünüşte 1990’lara oranla “düşük yoğunluklu” seyrediyor. Öte yandan, Batılı devletlerin ve uluslararası kurumların, insan hakları ihlallerine yönelik siyasi hassasiyetleri Soğuk Savaş’ın hemen ertesindeki “idealist on yıla” göre çok daha az. Bu nedenle, Türkiye’deki ihlaller, uluslararası alanda eskisine oranla daha az yankı buluyor. Üç günlük bir gözlem ziyareti için Türkiye’de bulunan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, görev alanı kapsamında bulunan ve birçoğunu ziyaret edemediği 47 ülke arasından Türkiye’ye özel önem veriyor.

Hammarberg’in ziyaretinin programı da Konsey’in, Türkiye’de insan hakları alanında hangi sorunların ön plana çıktığını düşündüğünü göstermesi açısından manalıydı. Hammarberg, 24 mayısta başlayan ziyaretinde önce Diyarbakır’a gitti ve bölgedeki sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin aktardıklarını dinledi. Öğle yemeğini Diyarbakır E Tipi Cezaevindeki çocuk mahkûmlarla birlikte yiyen Hammarberg yaşları 15-18 arasında değişen, altı ila dokuz aydır tutuklu 18 çocuk ile görüştü. Hammarberg, ziyareti ertesi Strasbourg’dan Türkiye izlenimlerini Taraf‘a aktardı.

Ziyaretinizin Diyarbakır’dan başlaması ve oradaki TMK mağduru çocuk tutuklulara özel zaman ayırmanız, Kürt sorununun Türkiye’nin insan hakları sicilindeki bir numaralı sorun olmayı sürdürdüğünü düşündüğünüzü gösteriyor. Diyarbakır izlenimleriniz neler?

Görüştüğüm çocuklardan biri, bir kız, konuşurken sürekli ağlıyordu. Zira tutukluluğu yüzünden annesinin sağlık sorunları yaşadığını düşünüyordu. Bu kız gerçekten topluma tehdit oluşturacak biri değil ve hapiste. Bu çocuklar, 15 yıl gibi mahkûmiyetler alıyorlar ki bu kadar uzun cezalar, Avrupa standartlarında ancak cinayet işleyenlere verilir. Zaten çocuklar, çok çok istisnai durumlar dışında hiç tutuklanmamalı. Sistematik biçimde çocukların gözaltına alınması, tutuklanması, hatta 10 yılı aşan cezalar almaları, BM Çocuk Hakları Anlaşması, Avrupa Konseyi prensiplerine tamamen aykırı.

Diyarbakır’da İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Eyüp Şeker, Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam, Vali Avni Mutlu, Ankara’da Adalet Bakanı Yardımcısı Zeki Yiğit ve İçişleri Bakan Yardımcısı Osman Güneş gibi yetkililerle de buluştunuz. Onların tutumu ne? Başka hangi sorunlar gündeme geldi?

Aslında herkes diyaloga açık gözüküyor. Zaten biz de, terörün yarattığı travmayı anlıyoruz. Ama terörle mücadele, insan hakları ihlallerinin kaçınılmaz olduğu anlamına gelmiyor. Önemli olan gerçek suçların cezalandırılması, faaliyetlerin değil. Bir gösteri alanında bulunmak, suç olmaktan çıkarılmalı. Neticede, bu çocukları gerçekten toplumdan uzaklaştırmış, suça itmiş oluyorsunuz.

Diyarbakır’daki yetkililerle ilgi çekici bir görüş alışverişi yaptık, özellikle de köy korucuları konusunda. Jandarma Komutanı Şeker, bize korucuların, güvenlik için elzem olduğunu aktardı. Buna karşılık, hatalı davrananların cezalandırılacağı bir uygulamaya gidileceğini söyledi. Biz de, sivil toplumdan bize dile getirilen şikayetleri ilettik. 1990’larda boşaltılan köylerine dönemeyenlerle ilgili anlattıklarımı da dinlediler. Ankara’da Adalet Bakanlığı’na çocuk tutuklularla ilgili tavır değişikliğine gidilmesinin önemini dile getirdik. Bir tutum değişikliği olacağına inanmak istiyorum.

Çıkış yolu Anayasa değişikliği Aktardığınıza göre, Türkiye’de sivil toplum duyarlı, devlet de, hem güvenlik güçleri hem de hükümet, “iletişime açık”; o zaman, Türkiye’de neden hâlâ, çocuk mahkûmlar gibi ciddi insan hakları sorunları var, Kürt sorunu çözülemiyor? Türkiye, hâlâ insan hakları sicilinde iki ileri bir geri gidiyor?

Başlıca sorun, yargının ağır biçimde siyasallaşmış olması. Örneğin çocuk mahkûmlar konusu başta olmak üzere Terörle Mücadele Kanunu’na ilişkin yargı kararları, kanunu en ağır şekilde uygulamayı hedefleyen biçimde alınıyor. Yargının aynı tarz yaklaşımını, daha önce de Ceza Kanunundaki 301. Madde’ye ilişkin katı tavrında görmüştük. Şimdiki duruma bakınca da, terörle bu şekilde mücadele etmek, aslında terörü desteklemek oluyor.

Yargının bağımsızlığını sağlamak da, insan haklarına saygılı bir Türkiye için şart. Bu nedenle de, 12 Eylül referandumu müthiş önemli. Anayasa değişiklikleri her dakika yapılacak şeyler değil. Anayasa değişiklikleri, yargının bağımsızlığını sağlaması ve yargının siyaset dışı bir yapı kazanması için şart. Değişikliklerin, Avrupa standartlarını yakalamış olması da.

“Kürtler azınlık olarak tanınmalı” Roman Açılımı, Türkiye’de azınlık hakları açısından önemli bir adımdı diyebiliriz ama Türkiye’de Lozan Antlaşması ile tanınanlar dışında azınlıkların varlığı bir türlü kabul edilmiyor. Avrupa’da hiçbir ülke için “sakıncalı bir kavram” olmayan azınlık kavramına, Türkiye’nin yaklaşımı konusundaki düşünceniz nedir?

Evet, Türkiye’de azınlıklar var; yani Lozan Antlaşması ile tanınan Ermeni, Rum ve Yahudi gruplar. Son dönemde, özellikle Ortodoks Rumların dini haklarıyla, Patrikhane ile ilgili önemli adımlar atıldı. Avrupa genelinde büyük sorun olan Roman hakları alanında, hükümet önemli ve desteklenmesi gereken bir adım attı. Fakat Türkiye’de konuya ilişkin kavramsal ve hukuki sorunlar sürüyor. Mesela, Avrupa Konseyi standartlarında Kürtler azınlık olarak tanımlanmalı.

Ziyaretinizin, Ankara ayağındaki ağırlıklı konu, mülteciler ve sığınma hakkı arayanlardı.

Mülteciler, bir Avrupa problemi. Yunanistan, Türkiye’yi köprü olarak kullanan mültecilerin yarattığı yoğunluğu kaldıramaz durumda. Türkiye’de İçişleri Bakanlığı’yla ortak çalışmalarımız da var sorunları çözmek için.

Bu arada, uluslararası teamüllere göre, mülteciler ve sığınma hakkı arayanların haklarındaki karar belli olana kadar dolaşım hakkı kısıtlanamıyor. Buna karşın, sığınma hakkı talep eden bir grup sığınmacı, tutuklanmış ve bir süre sonra serbest bırakılmış. Aralarından yalnızca Keşmirli bir sığınmacının tutukluluk hali devam etmiş. Ziyaretimin en çabuk sonuç veren noktası bu oldu; konuyu yetkililere dillendirince, o da serbest kaldı.

 

Nobel barış ödüllü aktivist

İsveçli Thomas Hammarberg, ülkesinde hükümet ve sivil toplum kurumlarında üst düzey görevler yürüttükten sonra, 1980-86 döneminde Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) direktörlüğünü üstlendi.

Hammarberg, 1977’de Amnesty adına, Nobel Barış Ödülü’nü aldı. 2001-2003 yıllarında Birleşmiş Milletler’in Avrupa, Orta Asya ve Kafkaslar’daki Yüksek Komiseri olarak görev yapan Hammarberg, bugün sadece bir diplomat ve sivil toplum üyesi olarak değil, akademik açıdan da da insan hakları alanında dünya çapındaki isimlerin arasında sayılıyor.

Hammarberg’in başlıca uzmanlık ve ilgi alanı çocuk hakları. Bununla beraber, mülteci hakları, azınlık hakları, yabancı düşmanlığı, Roman hakları da üzerinde çalıştığı konular arasında. Hammarberg, İsveç merkezli çocuk hakları örgütü Save the Children‘ın Genel Sekreterliği’ni de yürütmüş biri olarak, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mağduru çocukların durumuna ziyaretinde özel önem verdi.

Taraf, 30.05.2010

Konu ile ilgili sayfalar...
6/22/2017 - AİHM, Türkiye’yi ‘cemevlerine ayrımcılık’tan tazminata mahkum etti...
6/12/2017 - AİHM'den KHK kararı: OHAL Komisyonu'na başvurun ...
5/31/2017 - AİHM basın özgürlüğü ve gazetecilerle ilgili başvuruları öncelikli olarak işleme koyacak ...
4/6/2017 - AİHM, AKP iktidarı boyunca Türkiye'yi 270 milyon liralık tazminata mahkûm etti! ...
3/14/2017 - Tutuklu gazetecilerin umudu AİHM ...
Bütün başlıklar için tıklayınız