Dünya

 Dünya'dan Başlıklar 

 Dünya > Dünya'dan Başlıklar > İyi ki doğdun Jordan

İyi ki doğdun Jordan

Gelmiş geçmiş en büyük basketbol yıldızı olarak kabul edilen Michael Jordan, bugün 50. yaş gününü kutluyor. Onu, diğerlerinden farklı kılan, küreselleşen dünyada payı her yıl biraz daha artan spor ekonomisinin ilk ikonu olmasıydı...

Walter LaFeber adını hiç duydunuz mu? LaFeber, 1959-2006 yılları arasında Cornell Üniversitesi’nde tarih dersleri vermiş bir profesör... Ne gariptir ki, spor ekonomisi üzerine kapsamlı bir çalışması olmamasına karşın, bu alanda çağımızın en belirleyici ismi olan Michael Jordan hakkında en öğretici kitabı o yazdı.*
Spor medyasının her fırsatta önünde saygıyla eğildiği ve “Majesteleri” diye hitap ettiği Jordan’ı, LaFeber, “Olağanüstü yetenekleri ve müthiş iş ahlakıyla doğru zamanda doğru yerde olmuş bir sporcu” olarak tanımladı. Tam bir ‘zamanın ruhu’ hikâyesi...

Parıltısı solmayan yıldız
Jordan’dan önce de sahalar çok yetenekli, çok atletik, çok başarılı, çok medyatik sporcular gördü. Hepsinin sayısız hayranı vardı ve adları üzerindeki o göz kamaştıran ışıltı, onlar sahalara veda ettikten sonra bir müddet daha milyonları etkilemeyi sürdürdü. Babe Ruth, Jesse Owens, Wilt Chamberlain, Muhammed Ali, Pele, Cruyff, Maradona... Hemen hepsi, hayranlarıyla birlikte yaşlandı, isimleri değilse bile neler yaptıkları unutuldu ve manşetlerden kısa haberlere mecburi bir rota izlediler. Bu kuralın bir tek istisnası var: Michael Jordan... Bugün 50. yaşını kutluyor. İnsanlar hâlâ onu unutamıyor, bazıları “Şimdi çıksa NBA’de maç başına 10-15 dakika oynar” diyebilecek kadar ileri gidiyor ve en önemlisi, yıllık 80 milyon dolara yaklaşan geliriyle sporculuk günlerinden daha fazla kazanıyor.
Kayıtlar, Michael Jordan’ın altı kez NBA şampiyonu, beş kez En Değerli Oyuncu, on kez sayı kralı olduğunu söylüyor. Başarı listesini uzatmak mümkün; iki de olimpiyat altını var mesela... Bu noktada bir soluklanıp, onun ne kadar büyük olduğunu kendisiyle yıllarca karşı karşıya oynamış Chris Mullin’den dinleyelim: “1984 yazında olimpiyatlara hazırlanmak için milli takım kampında buluştuk. Koçumuz sertliği ve disipliniyle tanınan, asker kökenli Bobby Knight’tı. Antrenmanlarda alan savunmasına karşı çalıştığımız bir oyun vardı. Jordan’ı rakip savunmanın ortasına sokuyor, oradan pas dağıtmasını istiyorduk. Her seferinde havaya sıçrıyor, bir süre asılı kaldıktan sonra en doğru adamı buluyordu. Koç Knight ise pas verecek adam sıçramamalı. Ayakları yerde olmalı ki, son anda bir karar değişikliği yaşayacaksa hata yapmasın. Basketbolun temel kuralıdır bu diyordu. Jordan onu dinlemeyince sonunda çareyi “Eğer bu şekilde bir top kaybı yaparsan, söz ver bana, bir daha hiç sıçrayarak pas atmayacaksın” demekte buldu. Michael ne antrenmanlarda top kaybetti, ne maçlarda... Oyunun bir temel kuralını değiştirdi. Olimpiyat şampiyonu olduk.”
Şampiyonluklar, ödüller, madalyalar, efsaneyi besleyen irili ufaklı öyküler... Jordan’ın bugün parıltısını korumasını sağlayan, dolayısıyla onu hâlâ ‘pazarlanabilir’ kılan bunlar mı? Boston’un 11 şampiyonluğunda hep başrolde oynamış Bill Russell veya bir sezonda 30.8 sayı, 12.5 ribaunt, 11.4 asistlik ‘triple-double’ ortalamalarıyla onu dünya gözüyle görmüş meftunları için ‘en büyük’ olan Oscar Robertson, neden aynı popülarite katına yükselemiyor?

Herkese lastik pabuç
Jordan NBA’e 1984 yılında girdi. Ondan önce, 60’larda, 70’lerde basketbol Amerika’da futbol ile beyzbolun çok gerisinde kalmış bir spor dalıydı. Yıldızları genellikle kötü alışkanlıklarıyla tanınan NBA, karanlık bir lig olarak biliniyor, TV’de yayımlanmayan maçlarda bile tribünler dolmuyordu (Chamberlain’in 100 sayı attığı maç böyle güme gitti). 70’lerin sonunda Batı’da Magic Johnson, Doğu’da Larry Bird ile başlayan Los Angeles-Boston rekabeti, bu negatif imajı bir nebze sildi. Ardından Jordan geldi ve bummm!
O dönemde Avrupa’nın doğusundaki demir perde çöküyor, dünya Soğuk Savaş yıllarının boyunduruğundan kurtuluyordu. TV, her evde baş köşeye kurulmuştu ve insanların saatlerce esiri olduğu bu kutu hızla yıldız üretmeliydi. Jordan’ın akrobatik hareketleri, dizine kadar inen bol şortları (eskiden şortların adı gibi kısa olduğunu çoktan unuttuk) ve Nike’ın bumerangı anımsatan sembolünü taşıyan ayakkabıları tam bu kavşakta avucuna alıverdi dünya gençliğini... Kusursuz pazarlama stratejisiyle Nike, Jordan’ın ayağındaki ayakkabıların bir spor malzemesi değil, modanın vazgeçilmez parçası olduğunu fısıldıyordu kulaklara... Amerika zaten her türlü tüketim çılgınlığına balıklama atlayacak milyonlarla doluydu. Ama yiyecek ekmeği olmayan Afrika’dan Asya’nın steplerine, Baltıklar’dan Patagonya’ya herkesin ayağında bir çift spor ayakkabısı, hani babalarımızın deyimiyle ‘lastik pabuç’ vardı artık... Uydular televizyon yayınlarını en ücra köşelere ulaştırırken, ekranda inanılması güç hareketlere imza atan ve sürekli kazanan adam, bir masal kahramanı haline geliyor, ne yapsa, ne giyse takip ediliyordu. Nike’ın istediği olmuştu; “Air Jordan” veya taklit, fark etmez, spor dünyası en büyük satış patlamasını yaşadı. Başını Amerika’ya her çevirişinde ayrı bir pazarlama tekniği kapan futbol da sonraları bu yollardan geçerek Beckham’ları, Ronaldinho’ları, Messi’leri, Ronaldo’ları yarattı.
Bugün hâlâ ABD’de satılan her iki basketbol ayakkabısından biri, üzerinde Majesteleri’nin figürünü taşıyor. Nike’ın alt markası olarak konumlanan Jordan’lar, konu basketbol olunca büyük ağabeye bile nal toplatıyor. Diğer markalar mı? En kabadayısının pazardaki payı yüzde 5 civarında! Jordan, sırf basketboldan uzak kalmasın diye, doğup büyüdüğü ve üniversitesini NCAA şampiyonluğuna taşıdığı North Carolina’nın, NBA’deki temsilcisi Charlotte Bobcats’in çoğunluk hisselerini almış durumda. Ancak takım, yıllardır peş peşe gelen beceriksiz yönetimlerin kurbanı olarak ligin diplerinde sürünüyor. Bir tane doğru dürüst oyuncusu yok. Olmasın varsın, sponsorlar Jordan markasına üşüşmeyi sürdürüyor. Bobcats’e destek olanlar, reklamlarında Jordan’ı oynatıyor. Düşünsenize, en büyük yıldızı, patronu olan bir takım!
Ve bir son dakika haberi: Bu hafta Air Jordan XX8 modeli piyasaya sürülüyor. Daha nicelerine...
*LaFeber’in 1999’da yazdığı kitap, Türkiye’de ‘Michael Jordan ve Yeni Küresel Kapitalizm’ adıyla Varlık Yayınları’nın Cep Kitapları serisinden çıktı. Ne yazık ki,
pek az okuyucuya ulaşabildi ve bugün eski kitap satan sahaflar dışında bulabilmek imkânsız.


Radikal, 17.02.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.