Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > AK Parti kurucusundan 1 Kasım tahmini

 AK Parti kurucusundan 1 Kasım tahmini
AK Parti kurucularından Ayşe Böhürler, "CV'sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık" dedi. Erdoğan ile Davutoğlu arasında fikir ayrılığı olduğunu dile getiren Böhürler AK Parti'nin 1 Kasım'da oyunu yüzde 1 artırabileceğini söyledi.

AK Parti’nin kurucularından gazeteci Ayşe Böhürler, Al Jazeera’dan Semin Gümüşel Güner’e konuştu. AK Parti’de geçmişten bugüne değişenlere ve ekipler arasındaki doku uyuşmazlığına vurgu yapan Böhürler, kuruluşundan itibaren Merkez Karar Yönetim Kurulu'nda üst üste 4 dönem görev yaptığı AK Parti’deki kırılma noktasını şöyle anlattı: “CV’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık.” Böhürler'e göre, AKP’de alaylılar ve okullular diye tanımlanabilecek kurucularla Davutoğlu’nun ekibi arasında doku uyuşmazlığı var.

Böhürler özetle şunları söyledi:

Sayın Davutoğlu ve Sayın Erdoğan’ın liderlik tarzları farklı. Bu gerilim, bu yol yöntem, bu yaklaşım farkı nasıl aşılır bilmiyorum. Ama bu aşılmadan da AK Parti yoluna çok da doğru devam edemez diye düşünüyorum. Biz daha önce bir ekiptik. Kişi siyaseti değil, ekip siyaseti güttük. Şimdi herkes siyaseti bir kişisel ikbal, kişisel beklenti amacıyla yapıyor. AK Parti ruh ve fikir olarak kendini yenileyemezse o zaman toplum kendi talepleriyle başka oluşumlar ortaya çıkarır.

AK PARTİ 7 HAZİRAN’DA NEDEN OY KAYBETTİ?

Kaybettiğimiz yerlere baktığımızda aday listelerinin elbette önemi var. İstanbul, Türkiye’nin özeti bir şehir. Sadece İstanbul’un demografik yapısından baktığımızda bile aday listelerinde bir eksik görüyorsunuz. Nüfus olarak yoğun il ve ilçelerde kendilerini temsil eden isimleri, halkın tanıdığı isimleri koymamışız. Genç, yeni, iyi eğitimli, nitelikli belki Türkiye’de 5-10 yıl sonra siyasette çok iyi şeyler yapacak isimler koymuşuz. Ama halk oy verirken o isimlerin birçoğunu tanımıyor. Buna ek olarak ‘Nasılsa alırız’ rehaveti ve aşırı güven oluştu. Bu duygu çalışmaları etkiledi. Kendi bulunduğumuz muhitlerde bile teşkilat çalışmalarına tanık olmadık. Kimsenin kapısı çalınmadı. Teşkilatların çalışmaları yetersizdi. Siyaset oturarak yapılacak bir iş değil seçmenin ayağına gitmek zorundasınız. Benim gözlemim daha önce hiç ihmal edilmeyen birebir iletişime önem verilmedi. Buna iktidar yorgunluğu da eklemek lazım. Sadece siyasi kadrolardan söz etmiyorum, teşkilatların içinde de taraflar, ekipler oluşmaya başladı. Bunlar da halkı negatif etkiledi. Ama mesela İstanbul’da yüzde 11 oy kaybı var. Bu önemli bir şeydir. Burada hükümetin icraatlarına bakmak lazım. Geçmiş söylemlerle arasındaki çelişkilere, hayal kırıklığı oluşturan sebeplere bakmak lazım. Kürt meselesindeki tutumun da bunlara etkisi var. Çünkü en çok düşüşün yaşandığı yerler Kürt bölgeleri. Neredeyse Kürt bölgelerinde en çok oy alan partiydik. Onların duygusal olarak kırılmalarını sağlayacak, onları kaybetmeye sebep olacak noktalara bakmak lazım. Bu analizleri parti de yaptırdı. Mesela gençlerin oyları az, gençlerin oy verdiği partiler sıralamasında AK Parti 3. sırada. Genç kitleyi kaybettik. Tek bir sebep söylenemez. Ama seçmen bir mesaj verdi: Ben hala sana güveniyorum ama gerekirse seni terk edebilirim. O mesaj, biraz da bugünkü değişikliğe sebep oldu. Kırgınlar oluşmuştu, belki birtakım kırgınların gönlünün alınması söz konusu oldu ya da bu süreçte olacak. 1 Kasım seçimlerine doğru o eski siyasi tecrübe biraz daha derleyip toparlayabilir diye düşünüyorum. Ama tabii ki bu Kongre’nin sonucu olarak Sayın Davutoğlu’nun liderliğinde gerçekleşecek. Bu değişim ekiplerin buluşması, birleşmesi gibi de görülebilir.

‘OKULLULAR HALKLA İÇ İÇE DEĞİLDİ’

Eski siyasetten gelen kurucu kadro– ki bunun içinde eski ve yeni karışıktı - olarak ilk defa 2001’de siyasete başlamıştık. Ama 1985’ten beri siyasetin içinde olan Bülent Arınç da, DYP’den gelen Hüseyin Çelik de, ANAP’ın eski kadrolarından Cemil Çiçek de oradaydı. Onlardan çok şey öğrendik. Teşkilatla ilişkiler, Türkiye’deki toplumun sosyolojisine siyasi olarak bakış, siyasi iletişim, siyasi ilişkiler noktasında çok ders aldık. Şimdi Ahmet Hoca’nın kadrosu ise çok iyi eğitimli. Bizim için çok iyi eğitim diye bir kriter yoktu. Milletvekili adaylıklarında üniversite mezunu, yüksek lisans elbette önemliydi ama illa da siyasetin dersini görmek gerekmiyordu. Siyasette halkın nabzını tutmak, dinlemek bunlar başka şeyler. Doğal olarak halkın isteklerini anlarken de yorumlarken de başka bir sağduyu, birliktelik, samimiyet de geliştirmeniz gerekiyor. Teoriler çok daha fazla yol gösterici olmuyor. Ahmet Davutoğlu akademik gelenekten geliyordu. Çok talebe yetiştirmişti. Bilim Sanat Vakfı, Boğaziçililer Derneği, vb. Doğal olarak siyasete girdiğinde, o ekip de siyasette buldu kendini. Ama bu ekip idealistti ancak halkla iç içe değildi. Medeniyet, kültür, tarih bu konuda söyleyecek şeyleri vardı. Ama pratikten uzaktılar. Anlatmayı ve öğretmeyi daha seviyorlardı. Birçoğunun çalışmalarına baktığınızda günlük siyasetin dilini küçümseyen bir yaklaşımları olduğunu da görürsünüz. Eski ekiple yeni ekip arasında bir doku uyuşmazlığı ortaya çıktı. Ve uyuşmazlık yer yer çatışmalara da dönüştü. Keşke o doku uyuşmazlığı bir değere, bir sinerjiye dönüşebilseydi. Bilginin gücüyle tecrübenin yani o halkın, toplumun sesini algılayan siyasi sağduyunun sesi keşke bir araya gelebilseydi.

'HERKES BİRBİRİNE GÜVENSİZ OLARAK BAKIYOR'

Elbette değil. O zengin tartışmaları yaptığımız zamanlar yok artık. Herkes birbirine biraz daha güvensiz bakıyor, biraz daha tedbirli konuşuyor açıkçası. Tabii bu süreç zarfında çok şey yaşandı. İlk yıllar askerle karşı karşıya gelen bir partiydi. Sonra bambaşka şeyler oldu, işte cemaat meselesi, diğer meseleler… Bu güvensizlik ve tedbirlilik hali samimi konuşmaları etkiliyor. Bir meselenin oturup samimi, gerçek düşüncelerle çok konuşulabildiğini zannetmiyorum.

'ERDOĞAN İLE DAVUTOĞLU ARASINDA FİKİR AYRILIĞI VAR'

Sayın Erdoğan ile Sayın Davutoğlu arasında bence bir fikir ayrılığı var. Bunu tabii ki herkes gibi dışarıdan bakarak söylüyorum. Çünkü milletvekilleri listeleri yapılacak, hızla yeni bir seçime gidiyoruz. Genel kongre kararını Sayın Davutoğlu parti yönetimiyle birlikte aldı ama seçim öncesi de çok gerekli değildi. Davutoğlu ekibiyle seçime giderdi zaten hepimiz de desteklerdik. Davutoğlu orada bir iradi karar verdi.

1 Kasım seçimlerinin sonuçları Türkiye için çok önemli çünkü bir taraftan terör bir taraftan Kürt meselesinin kendini dayattığı sorunları var. Aslında kavgayı kişisel olarak algıladığımız zaman meseleyi çözemiyoruz. Yani Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu’nun yerinde başka isimler de olabilirdi. Bugün Türkiye’de bir yönetim krizi var. 200 yıldır aynı merkeziyetçi yapıyla yönetiliyoruz. Ama 200 yıllık yönetim anlayışının değişmesinin artık kendini dayattığı bir noktadayız. İlk defa seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Yönetim erki içinde seçilmiş bir cumhurbaşkanının nasıl modellenmesi gerektiğine ilişkin yasal bir çalışma yapılmalı ki bugün yaşadığımız şey biraz da bu kriz. Bir yandan seçilmiş bir cumhurbaşkanı bir taraftan da seçilmiş bir parlamento ve hükümet var. Eski anayasanın ortaya koyduğu çerçeve yetersiz kalıyor.

Diğer yandan Kürt meselesinin talepleri var. Orada büyük bir terörle karşı karşıyayız. Aynı zamanda PKK’nın Terör örgütü kimliğiyle bir tehdidi var. Diğer taraftan özyönetim konuşulmaya başlandı. Sonuçta her yere çiçek değil, patlayıcılar ekildi. Bunu bir iç güvenlik ve terörle mücadele olarak görüp, Kürt siyasetinin taleplerine halktan bakmalıyız. Bir mesele biz duymak istemiyoruz diye yok edilemez. Bir arada yaşarken Türk halkının da devletinin de razı olabileceği bir uzlaşma zemini bulunabilir. Elbette bunun şiddetle sağlanmasına karşıyım. Masum bir sürü insanı öldürerek barış sağlanamaz.120’ye yakın asker, polis şehit oldu. Bu insanlar da halkın çocuğu, yoksul, gariban insanların çocuğu. Böyle tehditlerle bu iş ilerlemez ama bizim de siyasetçiler olarak “Bunu nasıl durdurabiliriz” diye düşünmemiz lazım. AK Parti bunu ilk yıllarında başardı. 90’lı yılların o ağır tablosundan çıkışta bir barış dili sundu. O barış dili de onu iktidara taşıdı aslında. O yüzden şimdi bu tekrar konuşulmalı. Aslında bugün konuştuğumuz konular, Erdoğan – Davutoğlu tartışmasının çok ötesinde. Türkiye’nin siyasi yönetim modeli tartışmasıdır, anayasanın ve bir an önce yeniden yapılmasına ilişkin bir zorunluluğun getirdiği başlıklardır.

KIRILMA NOKTASI GEZİ Mİ?

Çok daha öncesi... Sadece CV’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık. Bu yeni bir şey değil, çok çok önceden başladı. Cemaatle yaşadığımız çatışma da aynı şekilde de bir iyi niyet suiistimalidir. İşte aynı inanç dünyasını paylaşan insanlarız, başka kadromuz yok, öbürü olacağına, o kadro olsun dedik ve ihanete uğradık. Bunlardan yeterince ders çıkardık mı? Evet, bunu söyleyen çok insan var partide.

1 KASIM’DA AK PARTİ OYLARINI ARTIRIR MI?

Arttırır diye düşünüyorum ama bu çok yüksek bir beklenti değil bende. Yani yüzde 1. Çünkü 7 Haziran'dan 1 Kasım'a toplum dil olarak bir değişikliği görmeliydi. O değişikliği gördü mü veya algıladı mı, emin değilim.

AK PARTİ’NİN BAŞARI VE BAŞARISIZLIĞI

En büyük başarısı, kuruluşunun ertesinde ilk seçimlerde iktidar olmasıdır. En büyük başarısızlığı, bu kazandıklarını çok küçük hamlelerle kaybetmesi.

Hürriyet, 16.09.2015


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.