Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > 2015'e girerken Türkiye ekonomisi

2015'e girerken Türkiye ekonomisi
Türkiye gibi küresel kriz sonrası bolca döviz çeken ama bunun bir gün kesileceğini, azalacağını hesaplamayan bir ülke, açmazla karşı karşıya.

2015’de Türkiye ekonomisi nasıl olacak? Son 4 yıldır, iniş-çıkışlı ekonomide iş yapmaya çalışan şirketler, girişimciler, borcu olanlar, hane halkı; hepimiz 2015’te nasıl bir ekonomi tablosu ile karşı karşıya olacağımızı hesaba katmak istiyoruz. Ama önce geriye dönüp, neredeyiz buna bakmalı.

Türkiye’nin 2002-2008 arasındaki dönemi ile 2010-2014 arasındaki dönemi epeyce farklıydı. 2002-2008 arası dönemde Derviş reformları, IMF çapası ve 25 milyar dolarlık IMF parası, AB çapası, devasa özelleştirmelerle giren yüklü doğrudan yatırım girişleri, kriz sonrası siyasi istikrar gibi ana nedenler bu dönemi, en düşüğü yüzde 4.7 olan yüksek büyüme dönemi yaptı.

2008 sonrasında ise diğer gelişen ülkelere olduğu gibi Türkiye’ye de akan, devasa bir kısa vadeli sermaye girişi, küresel krizden hızlı toparlanma olanağı getirirken yüklü bir cari açık kamburu da yarattı. Kredileri yavaşlatma, sermaye girişlerini frenleme cari açığı frenleme düşüncesi teknik düzeyde akıllarda vardı ama pratiğe geçişi sadece faizleri düşük tutma ile sınırlı kaldığından, 2011’de kur zıplaması ve faizleri 3-4 puan yukarı çekmekle sonuçlanan başarısızlıkla sonuçlandı. Ekonomik büyüme 2012’de bu kur-faiz şoku yüzünden yüzde 2.1’ düştü.

Cari açığı ve enflasyonu yüksek olan ülkenin Merkez Bankası, 2013’te faizleri yüzde 4.50’nin altına kadar düşürüyordu. Merkez Bankası Başkanı ‘negatif reel faize alışın’ dedikten birkaç ay sonra döviz kuru yukarı doğru hareketleniyor, altı ay sonra ise döviz kurundaki yüzde 30 artış sonrasında Merkez Bankası piyasaya verdiği paranın maliyetini ikiye katlıyordu. İşte 2014’e bu koşullarda girdik. Peki, ne oldu? 2013’te yüzde 4 büyüyen ekonomi, 2014’ün ilk üç çeyreğinde önceki yıla göre yüzde 2.8 büyüdü. Yüzde 2’lik bir büyüme eğilimine geriledik.

2014’te belirginleşen iki olgu var; Temel kırılganlıklarını onarmak için hiçbir ciddiye alınacak adım atmayan Türkiye, giderek daha sıklıkla kur ve faiz şokları ile karşılaşıyor. İkincisi de 2010 sonrasındaki daha düşük bir büyüme patikası, giderek belirginleşiyor. Daha düşük büyüme eğilimine girilmesinde, temel olarak 2010 sonrasındaki politik kutuplaşmanın keskinleşmesi, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının rafa kalkması, baskıcı ve otoriter eğilimin yerleşmesinin de oldukça fazla etkisi var. Kısa vadeli sermayenin bir ülkeye girişinde bu unsurların pek de önemi yok; sermaye hesabına kontrol getirmediğiniz sürece ‘sıcak para’ giriş-çıkışları olacak. Asıl ölçü, doğrudan yatırımlarda. Türkiye 2011 sonrası dönemde hem cari açığına oranla yeterince doğrudan yatırım alamıyor, hem de milli gelir içinde özel kesim yatırımlarının katkısı, 2013’deki birkaç çeyrekteki zayıf katkı dışında sıfırlandı.

Sorun şurada, Türkiye gibi küresel kriz sonrası bolca döviz çeken ama bunun bir gün kesileceğini, azalacağını hesaplamayan bir ülke, açmazla karşı karşıya. Reel kesim şirketleri döviz borçlusu, döviz girişi azalıyor, kurda yükseliş yönünde baskı var, Merkez Bankası ise geçmişteki hatalarının farkında ve faiz indirmek bir tarafa, kuru dizginlemek için faizleri yüksek tutmak zorunda. Hep dışarıdan gelen sermaye ile büyüyen ülke, kaynak azalmaya başlayınca kur ve faiz baskısı altında; bu da ekonomik büyümeye ‘takoz’ oluşturuyor. Türkiye uzun vadede tasarruflarını artırana kadar da bu ‘takoz’ orada duracak.

Dönüyoruz; ihtiyacımız olan şeye; doğrudan yatırımlara ve sabit sermaye yatırımları ile büyümenin giderek daha fazla zorunluluk olarak ortaya çıkmasına. Bunun için de gerekli olan şeyler; demokratik ve özgürlükler ülkesi olmaya, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının olmasına, güçler ayrılığının aksaksız çalışmasına. Ne yazık ki, bu alanların hepsinde vasat geçer not bir yana, sınıfta kalıyoruz.

Peki ya reformlar? Onuncu 5 yıllık plan dahilinde planlanan ve de yakın zamanda ‘eylem planı’ olarak duyurulan dönüşüm programları bir reform değil. Sadece bir niyet beyanı. Belli alanlarda yapılması planlanan iyileştirmelere, aranacak ama henüz bulunmamış eylemleri ilan ediyor.

Devam edeceğim.

Uğur Gürses, Radikal

29.12.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.