Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > Gürsel: Türkiye ekonomisi tıkandı

Gürsel: Türkiye ekonomisi tıkandı

Seyfettin Gürsel, Türkiye ekonomisini ve özellik işgücü piyasasını yakından izleyen bir iktisatçı. Direktörlüğünü yaptığı BETAM, özellikle işgücü piyasasına ilişkin yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Gürsel ile AKP döneminde Türkiye ekonomisini konuştuk. Ancak söz dönüp dolaşıp Soma Faciası'na ve ardından düşündürdüklerine geldi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bugün Merkez Bankası'na yüklenmeden önce gerçekleştirilen bu söyleşimizde Gürsel, işçi kazalarının önlenmesi için Başbakan'ın pek de hoşlanmadığına inandığı özerk kurumların önemine vurgu yapıyordu.

Gürsel'e göre büyüme konusunda tıkanan Türkiye'nin önümüzdeki 10 yılda en önemli sorusu şu olacak: Dış dengesizlik yaratmadan ve işçi verimliliğini artırarak yüzde 5 büyümeyi nasıl yakalayacağız?

İktisaçılarla bir süredir yaptığımız röportajlarda ilk sorum AKP'nin 12 yıllık büyüme modeli oluyor. Buradan önümüzdeki dönemde yapılması gerekenlere yönelik önerilerilerini almaya çalışıyorum. Sizinle de AKP'nin ekonomi modelini nasıl tanımladığınızı sorarak söyleşimize başlamak isterim.

AKP'ye özgü bir büyüme modeli var demek biraz abartılı olur. Vahşi kapitalizm dediğimiz, iş güvenliğinin, rekabetin düzenlenmediği özetle düzenlenmemiş piyasa ekonomisi değişim geçirdi. Ardından hem rekabetin hem de diğer alanların düzenlendiği bir sürece girildi. Başta Kuzey ülkeleri olmak üzere Avrupa'da piyasa ekonomisi kurallara bağlandı. Kurallı piyasa ekonomisi kuruldu.

Türkiye'ye bakınca var olan ekonomik sistem AKP'den önce de vardı. Bu sisteme kuralsız, başıboş piyasa ekonomisi diyebiliriz.

Soma Faciası ile şunu gördük ki, Türkiye iş güvenliği açısından dünyadan açık ara kötü durumda. Özellikle madenlerde feci şekilde kötü durumda olduğumuzu gördük. Basın, ekonomistler ya da hükümet iş güvenliğine önem vermezken büyük bir facianın oluşmaya başladığını anladık.

Son yıllarda artan iş kazalarını, yüksek büyüme ve kuralsız bir piyasa ekonomisinin sonucu olarak görenler var. Buna katılır mısınız?

AKP döneminde özelleştirmelerdeki zihniyet, "devletin kasasına en yüksek parayı koyan ihaleyi alır" oldu. Özelleştirmeyi alanlar da ne kadar çok para verirse elektrik fiyatını o kadar yüksek tuttu. Gördük ki aynı durum madenlerde de geçerli. Özel şirket madenler ne kadar düşük maliyetle üretirse o kadar çok kar elde edebileceği bir sistem kurulmuş. Bütün bunların sonucunda, özellikle Soma Faciası'nda anladık ki; şirketler kurallara tabi tutulmadığında ya da var olan kurallar denetlenmediğinden iş güvenliği göz ardı edilmiş. Bu öncelikli konu olmamış hükümet açısından. Çünkü maliyet artıran unsurlar bunlar. AKP'nin özelleştirme politikalarına gerçekten vahşi kapitalizm ya da neo-liberal örnekler diyebiliriz.

Örneğin, elektrik dağıtımda en uygun fiyat verene şirketler verilebilirdi. Bu devletin kasasına giren parayı azaltırdı ama sanayici daha ucuza elektrik kullanırdı. Aynı şekilde kömür madenleri için de bu durum geçerli. Kurallar empoze edilir ve rödövanslar kurallar çerçevesinde ihaleye çıkarılırdı. Bu durumda yine daha az rödövansla devletin kasasına daha az para girerdi ama karşılığında kurallara uymak için de iş güvenliğini sağlayıcı yatırımlar yapılacaktı. Bu bir tercih meselesidir. Amaçlarınız, öncelikleriniz bu olsaydı farklı bir özelleştirme modeli olurdu.

Ancak, AKP'nin 'şirketler daha yüksek kar etsin ve işgücü piyasası kuralsız olsun' diye bir politika uyguladığını sanmıyorum. Bu daha çok, az önce bahsettiğim özelleştirme politikalarının da etkisiyle bir sadece sonuç.

Kimileri şunu ima etmeye çalışıyor: "Özel sektör büyümenin motoru oldu. Burada mevcut kuralları denetlemeyelim. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.' düsturu ile hareket ediliyor". Ben böyle bir politika olduğunu sanmıyorum. Burada daha çok ahbap-çavuş kapitalizminden bahsedilebilir. AKP bu iş dünyası ile o kadar çok iç içe geçti ki, yeterli önlemler ve denetimler alınmadı. Ne kadar az denetlenir veya göstermelik yapılırsa bu iç içe geçme hali herkesin yararına sürüp gitti. Bu yönden AKP eleştirilebilir belki ancak "Ölen ölsün ama büyüyelim" gibi bir politikanın bilinçli bir şekilde uygulandığını sanmıyorum. Sadece AKP için iş güvenliği öncelikli bir konu değildi. Öncelikli konu devletin kasasına daha fazla para sokmaktı. Politika buydu ve iflas etti.

Bu uygulanan politikaların değiştirilmesi yönünde bir dönem noktası olur mu?

Umarım ki olsun. Bu büyük bir şok. 10 yıldır iktidarda olmalarına rağmen ILO sözleşmelerine imza atmamışlar. Şimdi imzalayabiliriz diyorlar. Bu şok olmasa daha yıllarca imzalanmazdı. Diğer yandan özel firmalar bu durumdan rahatsız. Kurallar geldikçe karları düşecek.

Sonuçta, bugüne kadar uygulanan politikalardan vazgeçileceğini düşünüyorum.

Kalıcı olarak iş güvenliğinin sağlanabilmesi için neler yapılabilir?

İş güvenliği yasası büyük tartışmalarla çıktı. Ama büyük ihtimalle yeterince denetlenmiyor. Denetimi, siyasetten uzak bir konsey aracılığı ile sağlanması gündeme getirilmeli. Hem kuralları koyalım hem de var olan kuralları siyasete bağlı olmayan bir kurul aracılığı ile yapalım.

Ama diğer taraftan Merkez Bankası'nın bağımsızlığını bile istemeyen Başbakan, böyle özerk kurumlardan rahatsız…

Türkiye'de işsizlik problemini biraz da ele alalım. Son 12 yıldır yüzde 9-10 işsizlik oranlarını aşağısını göremedik. Bu sorunu neden çözemiyoruz?

2008 krizinden sonra iki şey oldu. Birincisi 2010-2011 yıllarında çok hızlı büyüme oldu. İkincisi ise beklenmedik şekilde büyüme çok yüksek istihdam yarattı. Özellikle hizmetler sektöründe. Daha önce işgücü piyasasına girmemiş kadınlar işgücüne katılmasından kaynaklandı. Hizmetler sektöründeki artış ev kadınların istihdama katılmasından kaynaklandı. 2008 krizi öncesine göre kadınların hem işgücüne katılımları hem de büyüme yüksekti. Dolayısıyla yüzde 14'e çıkmış işsizlik oranı yüzde 9'a kadar düştü. Ama burada takılıp kaldı. Son aylarda işsizlik bir miktar düştü ama ilerleyen aylarda artacak gibi görünüyor.

Bunu özellikle vurguluyorum. 2012-2013'de ekonomi ortalama yüzde 3 büyüdü. Bu büyüme normal koşullarda çok fazla istihdam yaratmazdı. Türkiye için bu oldukça düşük bir büyüme oranına rağmen, işsizlik yatay seyretti. Son dört dönemdir düşüş bile gözlemleniyor. Bu devam etmeyecek büyük ihtimalle. Emek verimliği son iki yılda sıfır hatta negatif oldu. Büyüme kalitesi açısından oldukça olumsuz bir büyüme yaşandı. Verimlilik artışlarına dayalı olmayan bir büyüme uzun soluklu olamaz. Son yıllarda hem düşük büyüme var hem de verimlilikte düşüş var. Türkiye böyle bir büyümeye hapsolmuş durumda. Büyüme düşük olmasına rağmen istihdam yaratıyor şu anda. Ama bu uzun dönemde Türkiye için yeterli bir büyüme değil. İşsizliğin düşmemiş olmaması hizmet sektöründe müthiş artışa bağlı. İnşaatta da olağanüstü bir istihdam artışı var.

Hizmetler sektörü nasıl bu kadar çok istihdam yaratıyor?

Kadınların istihdamına yönelik önemli teşvikler var. İlk defa kayıtlı işe giren kadınların primlerini devlet ödüyor. Çeşitli hizmet firmaları gelişti. Temizlik, güvenlik sektörleri gibi. Vasıfsız iş gücüne talep artınca ve primleri de devlet ödeyince hizmetlerde istihdam hızla arttı. Bu bir süre daha gidebilir. Ancak kalıcı işsizlik düşüşü sağlamaz. Konu yine önceden söylediğim gibi büyümeye geliyor. İşgücü artışı Türkiye'de oldukça yüksek. Bunun absorbe edilmesi için büyümenin de yüzde 3'den fazla olması lazım.

Tekrar büyümeye dönersek, Türkiye yüksek cari açık üreten büyümeden nasıl kurtulabilir?

Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda asıl sorusu şudur: Yüzde 3 büyüme ile mi devam edeceğiz yoksa yüzde 5 potansiyel büyümeye mi çıkacağız?

AKP hükümetinin bir kanadı, başta başbakan olmak üzere bir kanadı büyümeden memnun değiller. Ancak 2011'de ekonomi aşırı ısınma ile duvara doğru gidiyordu. Tamamen iç talebe dayalı, dışarından krediye dayalı bir büyüme ile büyüyordu. Cari açık rekorla yüzde 10'lara çıktı. Bunun büyük bir kur şokuyla neticeleneceği görüldü. Büyümeyi dengeleme amacıyla makro ihtiyati tedbirler alında ve elbette büyüme düştü. Cari açık hala yüzde 7 ile yüksek düzeyde. Demek ki daha da düşürülmesi gerekiyor. Ancak diğer yandan büyüme yüzde 3 seviyesine Başbakan'ı tatmin etmeyen bir seviyeye saplanıp kaldı.

Düşük büyüme patikasına saplandığımız açıkça görülüyor. Potansiyel büyüme olan yüze 5'in bir hayli altındayız. Bu orana çıkmak için iç talebe yönelebilir ama bu durumda yeniden cari açık patlar ve duvara çarparız. Peki büyüme nasıl artacak? Talep yönünden ihracatın, üretim faktörleri yönünden de verimliliğin artması gerekiyor. Temel sorumuz önümüzdeki dönemde nasıl verimlilik artışlarını nasıl sağlayacak ve nasıl yüzde 5 büyüyeceğiz. Türkiye'yi büyüme açısından tıkanmış olarak görüyorum.

Bu tıkanmışlığın ilk sonuçları neler olacak?

İşsizlik artmaya başlayacak. Bu kaçınılmaz. İşgücü baskısı devam ediyor. İkincisi gelir eşitsizliği ve yoksulluğu azaltmak için yüzde 4-5 büyüme şart. Kamu kesiminde reel faizlerin düşmesi ile ortaya çıkan kaynaklar sınıra dayandı. 2008 krizinin bizim için hoş bir sürpriz etkisi olmuştu. Kriz sayesinde faizleri çok ciddi ve hızlı bir şekilde indirebildik. Hem nominal hem de reel olarak indirdik. Şimdi reel faizler artış trendinde. Önümüzdeki dönemde Fed politikaları sıkılaştırma yönündeki adımlar devam edecekse, Türkiye'de reel faizleri artırmak zorunda kalacak. 2015-2016'da bu artışlar faiz harcamalarına yansıyacak. Bütçe açığımız düşük ama faiz dışı harcamalara baktığınızda yüksek. Nasıl bütçe açığını düşük tutabiliyoruz? Elbette kamunun faiz giderlerinin azalması sayesinde. Bu artık bitti. Önümüzdeki dönemde faiz ödemeleri artacak, büyümeyi yüksek tutamazsanız vergi gelirleriniz azalır. Ya bütçe açığını artıracaksınız ya da harcamalarınızı azaltacaksınız. Böyle bir ikilem söz konusu.

Sosyal transferlerde de önemli ikilemlerle karşılaşacaksınız. Yatırımların kısılması büyümeyi, sosyal transferlerin azalması yoksulluğu artırır. Önümüzdeki yıllarda bu tür önemli ekonomik ikilemler yaşanacak. Dönüşüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Enflasyonu en azından gelişmiş ülke seviyelerine yaklaştırmalıyız. Aynı zamanda da verimlilik artışlarına dayalı büyüme sağlamalıyız.

Her iktisatçıya sorulur. Geleneği bozmayalım, sizin bu tıkanıklığa karşı reçeteniz nedir?

Bunun yolu belli. Yapısal reformlar yapılması lazım. Bunların ne olduğu da belli, yıllardır konuşuluyor.

İşgücü piyasasındaki reformalar yapılmadı. Kıdem tazminatı fonu oluşturulacaktı yapılmadı. Bununla bir taşla birkaç kuş vurulacaktı. Asgari ücretin bölgeselleştirilmesi önerisi hemen reddedildi. Halbuki Batı illerinde asgari ücret düşük geldiği için işçi bulunamıyor. Güneydoğu'da tam tersi. Asgari ücretten iş açıyorsun binlerce kişi başvuruyor. İşgücü piyasasında mutlaka yarı zamanlı esneklik sağlanmalı. Bu sayede kadınların işgücüne katılımı daha da artacak ki şu anda bile yüzde 30 düzeyinde. Böyle kalkınmış bir ülke örneği yok.

Enerji ve vergi sisteminde reformlar yapılmalı. Vergi kaçağı gelir vergisinde hızla azaltılıp, vergi yük bu alana kaydırılmalıydı. Hepsi ertelendi.

Enerji piyasasında bir takım şeyler yapılıyor ama özelleştirme politikalarının yanlış tasarımı nedeniyle ucuz elektrik alınamıyor.

Ölçekleri büyütmeliyiz.. Türk firmalarının büyüklüğü ortalama 30 işçi ile sınırlı. Avrupa'da en düşük ortalama ölçekler 50-60 işçi civarında. Ölçeğin büyümesi teşvik edilmiyor. Hatta tam tersine Türkiye'de firmalar ne kadar büyürse önüne o kadar çok zorluk çıkarıyoruz. Firmaların büyümesini sağlamamız lazım.

Ar-Ge faaliyetlerini öneminin bir daha vurgulamaya gerek bile görmüyorum.

Ve elbette en temel yapısal reform eğitimde gerekiyor. Eğitim seviyesi ve kalitesi bu kadar düşük olduğu sürece verimlik artışı sağlanamaz. Bugünden düğmeye basılsa 10-15 yıl sonra sonuçlarını alabilirsin. Bu bir süreç. Bu süre içerisinde de az önce saydığım reformlar yapılmalı. Ancak hükümetin eğitim alanında yaptığı hiçbir şey yok. Sonuç olarak şu anki durumumuz için tıkanmışlık tarifi doğrudur.

wsj.com.tr, 27.05.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.