Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Ekonomik Gündem > Gelişen ülkelerin 'kırılganlıkları'

Gelişen ülkelerin 'kırılganlıkları'
IIF'nin derlediği kırılganlık göstergeleri, gelişen piyasalardan sermaye çıkışının hızlandığı bir dönemde, hangi ülkelerin daha riskli olduğunu gösteriyor.

Son dönemde ülkemizde döviz kurundaki yükselme ve borsadaki düşüş sadece ekonomi çevrelerini değil ‘iyi niyetli’ herkesi endişelendiriyor. Bu hafta içerisinde TCMB’nin ilan ettiği oldukça radikal faiz artışı yerli para cinsinden borç vermenin getirisinin yükselmesi ile ‘sermayenin içeride kalması’na bir neden oluşturdu. Ancak, ABD Merkez Bankası FED’in ilan ettiği aylık tahvil alımlarındaki 10 milyar dolarlık azaltma kararı önceden tahmin edilmekle beraber, gelecekteki sermaye hareketlerinde ‘beklenen’ olumsuz etkiyi şimdiden hissettirdi. Hızlı büyüyen, ekonomik istikrar parametreleri büyük oranda oturmuş bir ekonomide bir anda oluşan bu olumsuz dalga nasıl açıklanabilir? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu kaçış dalgası Türkiye’ye has bir durumdan çok gelişen piyasaların bir kısmında gözlemlenen bir olgu. Peki neden bir anda ortaya çıktı? Bu durum son günlerde maruz kalınan ‘viral grip salgınına’ benzetilebilir. 1-2 aydır devam eden ve çok yaygın olan bu salgına herkes yakalanmadığı gibi ne zaman yakalanacağı kestirilemiyor. Aslında ayırt edici husus vücudun bağışıklık sistemi! Herkes bu virüsle karşılaşsa bile, ‘bağışıklık’ sisteminin zayıf olduğu anlarda virüse yenik düşülüyor. Ağustos ayında, bir yatırım analisti, gelişen ülkelerden Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Hindistan ve Türkiye’yi ‘Kırılgan Beşli’ (Fragile Five) olarak isimlendirdi. Böyle bir başlık altında bir araya getirilmelerinin sebebi ise, ekonomilerini diğer gelişen ülkelerden ayıran özellikler. Bu ülkeler hızlı büyümekle beraber, yüksek cari işlemler açığı / GSYH oranına sahip ve bu nedenle büyümede büyük oranda dış sermaye akışlarına bağımlı olmaları ‘bağışıklık sistemlerini’ zayıflatıyor. ‘Virüse yakalanmaya’ yol açan tetikleyici gelişmeler olarak, - ABD’nin ekonomik düzelmeyle birlikte tahvil alımlarını kısması sonucunda - küresel likiditenin yavaşlayacağına dair öngörüler ve Çin’in üretiminde gözlemlenen yavaşlamanın, değer zincirleri ve uluslararası ticaret üzerinden getireceği olumsuz etkiler sayılıyor. Son haftalarda sermaye çıkışları ve buna cevap olarak faiz yükseltme kararları bu kırılgan ülkelerin çoğunda gözlemlendi. Mali kurumlar tarafından oluşturulan bir araştırma, düşünce ve koordinasyon kuruluşu olan ‘Uluslararası Finans Enstitüsü’ (Institute of International Finance, IIF), aralarında ‘Kırılgan Beşli’nin de olduğu 20’den fazla ülke için farklı ‘kırılganlık’ göstergelerini bir araya getirerek ‘salgının’ hangi ülkede daha fazla etki yapabileceğini görmemizi sağlıyor.

Kırılganlık göstergeleri
IIF’nin derlediği kırılganlık göstergeleri, henüz 2013 yılsonundan bu yana kısa bir süre geçtiği ve resmi istatistikler henüz yayınlanmadığı için büyük oranda IIF’nin kendi tahminlerinden oluşuyor. Dış finansman ile ilgili kriterlerden en önemlisi cari işlemler dengesi / GSYH oranı. Bu oran özellikle Güney Afrika (% 6,4) ve Türkiye (% 7,6) yüksek açık düzeyine ulaşıyor. Cari işlemler açığına sahip ülkeler arasında, net uluslararası doğrudan yatırım / cari işlemler açığı oranının düşüklüğü de ikinci bir kırılganlık unsuru oluyor:
Bu durumda cari işlemler açığının finansmanı, ‘çabuk kaçabilen’ bir yapıya sahip olan portföy hareketlerine kalıyor. Cari işlemler açığına sahip ülkeler arasında, örneğin Peru’da bu oran yüzde 98 iken, Güney Afrika’da yüzde 7, Türkiye’de ise yüzde 12 seviyesinde kalıyor. Döviz rezervlerinin cari işlemler açığı ve vadesi yaklaşmış kısa vadeli dış borcun toplamına oranının (rezerv karşılama oranı) düşüklüğü diğer bir kırılganlık göstergesi.

‘Kırılgan Beşli’ ülkeleri arasında Türkiye, bu kriterde yüzde 50 ile en kötü durumda. Kısa vadeli dış borcun toplam dış borca oranı, Çin, Malezya ve Tayland’da en yüksek seviyede, ancak diğer kriterlerdeki olumlu konumları nedeniyle önemli bir sorun getirmiyor. Türkiye, son yıllarda oluşturduğu güven ile borçlanma vadelerini uzattığından yüzde 28 ile kısa vadeli borç oranında iyi bir noktada yer alıyor.
Dış borç / GSYH oranında Türkiye risk düzeyli açısından orta sıralarda yer alırken, Ukrayna yüzde 83 ile en tehlikeli ülke olarak gözüküyor. Diğer bir ölçüt olan reel döviz kurunda 2013 yılı içerisindeki değerlenme diğer ölçütlerde orta risk grubunda bulunan Arjantin’de en yüksek düzeyde, yani kendi para birimi yabancı kurlar karşısında – uluslararası ticareti olumsuz etkileyecek şekilde – değerlenmiş durumda. Türkiye ise, 2013 içindeki kur hareketleri nedeniyle reel döviz kuru bakımından risksiz tarafta bulunuyor. Yurtiçi finansal kırılganlıklara bakıldığında, mali olmayan şirketlerin toplam borcu / GSYH’deki artışta – olası bir kredi krizi ile karşı karşıya olduğu dile getirilen - Çin, Macaristan ve Ukrayna en riskli düzeyde gözükürken, hane halkı borcu / GSYH oranındaki artış Tayland’da en yüksek düzeyde bulunuyor. Kamu borcunda yabancı yatırımcı payı bakımından Peru en riskli konumda bulunuyor. Yurtiçi finansal kırılganlıkla ilgili bu kriterlerde Türkiye düşük riskli veya risksiz grupta bulunuyor. Maliye kırılganlığında ise, kamu açığı /GSYH oranlarıyla Hindistan ve Ukrayna, brüt kamu borcu / GSYH oranlarıyla Brezilya, Macaristan ve Hindistan riskli konumda yer alıyor. Türkiye bu kriterlerde de güçlü konumda bulunuyor. Ancak söz konusu çalışmada, Türkiye’nin seçim dönemine giriyor olması maliye kırılganlığı açısından bir risk unsuru olarak sayılmış.

Piyasalara güven
Sözün özü, Türkiye’nin, yurtiçi finansal ve maliye dinamikleri bakımından güçlü ancak cari işlemler açığı / GSYİH oranı, cari işlemler açığının finansmanı ve cari işlemler açığı ve kısa vadeli dış borca oranla rezerv düzeyi konularında diğer gelişen ülkelere göre riskli konumda olduğu gözlemleniyor. Gelişen ülkelerin piyasaları yüksek büyüme oranları ve dinamik piyasaları ile halen küresel yatırımcılar için yüksek getiri oranı vadediyor. Bu ülkeler, sonsuza kadar kullanılamayacak ‘faiz’ silahıyla değil, yurtiçi ekonomik istikrarı öne çıkararak, piyasalarına olan güvenin sürdürerek içeriye sermaye akışlarının devam etmesini sağlayabilirler. Türkiye perspektifinde, bunun ilk şartı ‘siyasi istikrarın’ tekrar sağlanması. Bu gelişme belki de, ‘faiz silahından’ bile daha etkili olacaktır.

Metin Ercan, Radikal
 

01.02.2014


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.