Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Siyasi Gündem > Kurtulmuş: Savaş değil, savunma tezkeresi

Kurtulmuş: Savaş değil, savunma tezkeresi

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, bugün Meclis'te oylanacak Suriye tezkeresinin savaş tezkeresi değil, savunma tezkeresi olduğunu söyledi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, NTV yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.

Kurtulmuş, bugün Meclis'te oylanacak Suriye tezkeresiyle ilgili "Kimse endişe etmesin bu savaş tezkeresi değildir, savunma tezkeresidir" dedi.

Tezkerenin gündem şekli özellikle ana muhalefetin eleştirisi ile konuşuluyor. Bunun bir savaş tezkeresi olduğunu söylüyorlar. Savunmaya yönelik bir tezkere değil mi?

 

4 Ekim’e kadar devam eden bir tezkere mevcuttu. 4 Ekim’e kadar Suriye’de barışçıl bir sonuç çıksın beklerdik. Ama maalesef iç savaş daha da gergin hale geldi. Bu iç savaş Türkiye'yi tehdit eder boyutlara geldi. Bu tezkere tamamıyla bir savunma tezkeresidir. Türkiye'nin ne Suriye ne de bölgesindeki bir başka ülkenin iç karışıklığına fiili müdahale etme niyeti yoktur. Ama neticede kendi topraklarına yönelik bir saldırı olacaksa buna karşı bir tedbir olması bakımından gündeme getiriyor. Ümit ederiz ki bu tezkere hiç kullanılmaz. Kimsenin endişe etmesine gerek yok bu bir saldırı tezkeresi değil.

Sınır ötesi operasyon tezkeresi de gelecek görünüyor. Aynı mı olacak? Çünkü çözüm süreci olunca bu soru ortaya çıkıyor.

Tezkerenin nasıl geleceğini bilemiyoruz ama Türkiye'nin bir daha sınır ötesi operasyonlara ihtiyacı olmayacağı bir sürece girilmesidir. Burada asıl olan sürecin hangi takvim içinde işlediğinden daha önemlisi hem iktidarın siyasi kararlılığını sürdürmesi hem de örgütün silah bırakma iradesinin devam etmesidir. Halkın çözüm sürecine vermiş olduğu destek sürmektedir. Yaklaşık 9 aydır Türkiye'de çok şükür kimsenin ölmediğinden hepimiz memnuniyet duyuyoruz. Çözüm süreci Türkiye'de toplumun geniş kesimlerinin destek vermiş olduğu bir süreçtir. Her kim bu süreci baltalamaya yönelik bir eylem veya söz içinde olursa bunu yapanlara zarar verir.

Suriye’den gelen göçmenler artık Türkiye'nin içine doğru yayılmaya başladılar. İstanbul’da belirli yerlerde parklarda yaşıyorlar. İktidar partisinde bu konuda neler gündeme geldi?

Her toplantımızdan bu konuyla ilgili görüşmeler oluyor. Şimdi biz bu meselenin ikiye ayrılması gerektiğini düşünüyoruz. Birisi siyasi tarafı. Maalesef Suriye’deki iç savaş daha doğrusu Esad rejiminin halkına karşı sürdürmüş olduğu savaş artık uluslararası bir nitelik arz ediyor. Burada siyasi olarak Türkiye, baştan itibaren müzakereye dayalı bir sistemin olması ve bir an evvel bunun sonlandırılması konusunda fikirlerini sürekli ifade ediyor. Tabii ki siyasi sorunu çözmek tek başına Türkiye'nin altından kalkabileceği bir şey değildir. Biz müzakereye dayalı Suriye’deki bütün tarafların, halk kitlelerinin işin içinde olduğu bir çözüm sürecinden yanayız. Bir de meselenin insani tarafı var. Türkiye, yurdumuz sadece bugünkü 780 bin kilometre kareden ibaret değildir. Manevi anlamda çok geniş bir coğrafyanın da esenlik adasıdır. İçine kapalı bir devlet mantığında 'onlar orada kalsınlar, ne kadar zulüm görürlerse görsünler' denirdi. Türkiye gerçekten burayı bir esenlik yurdu olarak kabul etmiştir. Özal zamanında o günkü yönetim Bulgaristan’daki dostlarımıza, Saddam’dan kaçanlara da aynı şekilde sınırlar açılmıştı. Şimdi çok ciddi bir mali yük Türkiye'nin üzerinde; yerleşimlerinden, sağlık hizmetlerine, eğitimlerinden birçok sorunları olduğunu biliyoruz. Ama biz zulümden, despotluktan kaçana 'dur, sen orada öl' diyemeyiz. İnsani olarak bu sınırları açmak zorundayız. Uluslararası camia insan haklarından, göçmen haklarından bahsedenlerin Suriye’den gelen göçmenlerle ilgili ufak katkılar dışında bir katkı yapmadığını biliyoruz. Şu ana kadar devletin 2 milyar dolara yaklaşan bir maliyeti olduğunu biliyoruz. Birçok sivil toplum kuruluşunun destekleri olduğunu biliyoruz. Biz bu bölgenin bu coğrafyanın hatta dünyanın belki hayatta kalan son esenlik adasıyız.

Parti kurullarında aldığınız bilgiler doğrultusunda büyük bir göç dalgası konusunda ne dersiniz?

Zannetmiyorum. Suriye'ye uluslararası camiada özellikle kimyasal silah kullandıktan sonra bir kısmı gönüllü, bir kısmı gönülsüz baskıların olduğu görülüyor. Zaten, çok doğrudan bir şekilde Esad yönetimi de kimyasal silahlarının olduğunu kabul etmiş. Bundan sonrada rejimin atacağı adımları kısıtlayan gelişmelerdir bunlar. Bu bir miktar yaşananları hafifletecektir diye düşünüyorum. Ama Suriye’yi bundan sonraki süreçte en fazla bekleyen tehlikelerden birisi Suriye’nin Balkanlaşması tehlikesidir. Üçe bölünmüş Suriye ve her birinin içinde ayrı yönetim sorunlarının bırakıldığı bir Suriye olmaz inşallah. Uluslararası camia sorunu çözme konusunda iradesinin ne kadar zayıf olduğu bu meseleyle bir kere daha ortaya çıktı. Bir kere daha BM’nin sorgulanması gündeme geldi. Gördük ki; Ruanda’dan sonra Bosna Hersek’ten sonra, Irak’tan sonra Afganistan’dan sonra Suriye’de de bir kere daha BM sınıfta kaldı. BM sisteminin dünyada artık barışı sağlamadığı tam tersine savaşların, iç savaşların altyapısını hazırlayan bir kuruluş bir haline döndüğü anlaşılmış oldu. Elinde silah olan, güç olan her türlü barbarlığı zulmü yapan eğer arkasında BM genel kurulunda bir dayısı varsa, kendisini koruyan arkasını yasladığı bir büyük güç varsa bu zulme devam ediyor. Zulmü destekleyenler de bir müddet sonra zalimlerin yapmış olduğu işlerden etkileniyorlar. Önceden belki Türkiye yalnızdı ama göreceksiniz biz yakın bir gelecekte BM’nin yeniden yapılandırıldığına şahit olacağız. BM sadece gücü olanların, dünyada siyasal ve askeri gücü olanların borusunun öttüğü bir mekanizma olarak devam edemez. 5 ülke bir tarafta, 195 ülke bir tarafta böyle bir dünya olamaz. Şu anda çok somut bir proje etrafından değil ama bir niyet etrafından konuşuyoruz. Birleşmiş Milletler, İkinci Dünya Savaşı'nın güç dengeleri içinde hepsi çıkara ve güce dayalı bir takım prensipler veya kavramlar dizini. Halbuki insanlık artık bir takım prensipler seti kurmak zorunda ve bunun temelini adalet oluşturmalı. Bunu da sadece bir söz, bir temenni olmaktan çıkartan, adaleti evrensel normları içinde tanımlayan bir yapı içine dönmeli. Bu adaleti sağlayacak mekanizmalarında bütün ulusların kuvvetli kuvvetsiz, elinde silahlı olan olmayan, gelişmiş gelişmekte olan bütün ülkelerin işin içinde olduğu ülkelerin çoğunluğunun kabul ettiği istikamette dünya sisteminin yönelmesini sağlayan bir mekanizmaya ihtiyacı var. Asıl olan bu niyetin dünya gündeminde olmasıdır.

Demokratikleşme paketi epey tartışılan bir konu ve Alevi yurttaşların beklentilerinin henüz karşılanmadığı yolunda. Ne kadar zor ufukta gelme olasılığı ne kadar yüksek?

Bu pakette ele alınan konuların ve paketin içinde olmayan konularda Türkiye'de kim ne söylemiş, hangi çalışmayı yapmış, hangi teklifte bulunmuş, hangi projeyi hazırlamış hepsi masadaydı. Bunlardan birisi Alevilik meselesidir. Alevi yurttaşlarımızın sorunları dile getirdikleri temel problemler etrafında tartışıldı ama görüldü ki Alevi yurttaşlarımızın içinde de bu konuların çözümüne ilişkin çok farklı kanaatler var. Bu, bundan sonraki süreçlerde devam edecektir. Çok yakın bir dönemde Türkiye'nin bu temel toplumsal problemlerinden birisi olan bu sorunun çözümüne ilişkin adımlar atılacaktır. Mühim olan bu pakette bir niyetin ortaya konulmasıydı. Devletin zihniyetinin değiştiğinin gösterilmesiydi. Önceki devlet algısı 17-18 yaşındaki başörtülü çocuktan korkan, vatandaşının kendi anadilinde konuşması, ana kültürünü geliştirmesinden korkan, insanların farklı mezhep ve meşrepte olabileceklerini inkar eden, gayrimüslim azınlıkların haklarını dile getirmekten rahatsız olan ve bütün vatandaşlarını tek tip bir ulus mantığı içinde kurgulamaya çalışan bir devlet anlayışı vardı. Bu paket bir başlangıç da değil, çok partili siyasi hayatımız boyunca atılan bütün demokratikleşme adımlarında olduğu gibi son 11 yıllık çalışmaların içinde olduğu gibi ve nihayetinde 2010 referandumunda milletin gösterdiği gibi bu paket devlette zihniyet değişiminin işaretlerini taşıyor. Kimseye nasıl inanacağını, hangi inanç sisteminin hangi kurallarına nasıl bağlı olacağını dikte etmek devletimizin vazifesi olamaz. Böyle bir devlet anlayışından ayrıldığımızı gösteriyoruz. Alevi yurttaşlarımızın sorunları ile ilgili çalışmalar devam edecek. Bazı meseleler toplumsal olarak olgunlaşma ile olacak şeylerdir. Başörtüsü ile ilgili gelinen nokta uzun yıllar yapılan çalışmaların bir sonucudur. Bütün bunlar toplumsal olgunlukla ortaya çıkabilecek sonuçlar. Bu memleketteki Alevi yurttaşlarımız da Sünni yurttaşlarımız kadar bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır. Kürt veya diğer etnik kökenden gelen kardeşlerimiz de Türkler kadar bu ülkenin eşit vatandaşlarıdır. Tepkiler olacak, eleştiriler olacak ama doğru olan istikametin doğru olmasıdır. Tabi bir paketi Alevi yurttaşlarımız kendi içlerinde de hazırlasalar yine ondan da memnun olmayanlar olur. Biz burada herhangi bir sorunun çözümünde makul çoğunluğun tasvip edeceği bir sonucu, ortayı baz alırız. Öteden gelen sorunların her biri için Türkiye kararlıkla adım atar diye düşünüyoruz.

Yerel seçim hazırlıklarında aday konusunda bize ne söylersiniz? Üç dönem milletvekilliğini dolduran kabinenin bazılarının üyelerinin adaylığı konusu ne kadar güçlü bir olasılık?

Bütün bu konular Merkez Yürütme Kurulu’nda veya MKYK’da henüz konuşulmadı. Buradaki en stratejik noktanın sayın başbakanımızın vereceği karar olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki yerel seçimlerden sonra takriben bir yıl daha parlamento çalışacak. Bu çalışma sırasında çok sayıda milletvekili arkadaşımızın belediye başkanlıkları dolayısıyla parlamentodan ayrılması mı istenir, yoksa bu arkadaşlarımız Meclis’te bize lazım diye bir kanaati mi belirtecektir. Bütün herkesi dinledikten sonra bunların tartışması yapıldıktan sonra karar verecek olan sayın başbakandır. Çeşitli isimleri ve konuşmaları medyadan biz de takip ediyoruz, bu konuda bir görüşme yapılmamıştır.

Füze savunma sistemi konusunda Çin’in ön olarak tercih edilmesi çok tepki gördü. Amerika’dan veya müttefiklerden. Bunun Türkiye'nin müttefikleri karşısındaki pozisyonu açısından önemli bir sorun olacağı söylendi. Ne dersiniz?

Ben o kanaatte değilim. Türkiye bir projesini Çin’e verdi veya başka bir ülkenin şirketine verdi diye Türkiye mevcut durumunu, stratejik durumunu değiştiriyor değil. Zaten bir ihale üzerinden değişecek olan stratejik ittifaklar onun da sorgulanması lazım. Burada Türkiye nihayetinde stratejik bir adımdan daha ziyade ekonomik ve teknik gerekçelerle Çin şirketinin ihalede kazanması sonucu çıkmıştır. Türkiye bağımsız bir ülkedir, kimin ne konuda ne yatırımı yapacağı konusunda kendi karar verir. Bu kararı verdikten sonra bu konuda en uygun partnerlerin kimler olacağı kararını verir. Ekonomik ve teknik bakımdan en uygun hangisiyse ona karar verir. Dolayısıyla bunun Türkiye'nin dış politikasındaki bir yönelim meselesi olarak görmemek lazım. Kaldı ki zaten Türkiye'nin Çin’le de ilişkileri iyidir yeni dönemde de sürdürecek ve geliştirecektir. Dolayısıyla, buradan kimsenin yağmurdan nem kapmaması lazım.

 

ntvmsnbc.com, 03.10.2013


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.