Gündem

 Deniz Feneri Balyoz Harekat Planı
 Demokratik Açılım İrtica Eylem Planı
 Siyasi Gündem Ergenekon
 Ekonomik Gündem 

 Gündem > Demokratik Açılım > 12 Haziran Demokratik Açılım’a güvenoyu

12 Haziran Demokratik Açılım’a güvenoyu

Doç. Dr. Yalçın Akdoğan: BDP artık, tepkisel bir hareket olmak yerine proaktif, ön alan, ön açan, yapıcı katkılar sunan bir anlayışla hareket etmelidir.

BDP ne yüzdesini artırabiliyor, ne de kendisine oy vermeyen ama sempati duyan kitleyi büyütebiliyor. Kendi tabanı da keskinleşiyor, karşısındaki büyük kitle de... Böyle olunca bütün Türkiye toplumunun algısını yönetmek durumunda olan hükümetin işi de zorlaşıyor.

Doç. Dr. YALÇIN AKDOĞAN / Siyaset Bilimci

Güvenoyu alarak görevine başlayan 61’inci Hükümet’in programında en can alıcı bölümlerden birisi Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci’ne devam edileceği vurgusunun yapılmasıydı. AK Parti hükümeti, Kürt meselesine özel atıf yaptığı programda Demokratik Açılım sürecine verilen önemi deklare etmiş oldu. Hükümet programıyla ilgili müzakerelerde konuşan Başbakan Erdoğan, seçmenin 12 Haziran’da iki önemli mesaj verdiğini, bunların ‘yeni anayasa’ ve ‘milli birlik ve kardeşlik süreci’ olduğunu ifade etti. Erdoğan’ın seçimin ana fikri olarak bu iki konuya gönderme yapması gerçekten büyük anlam taşıyor. Bu, hem ileriye yönelik toplumda bir beklenti ve arzu olduğunu gösteriyor, hem de 60’ıncı hükümetin açılım politikalarının seçmenden güvenoyu aldığını... Hatırlanacağı üzere MHP ve CHP, hükümetin açılım politikalarını yerden yere vurdu, hem 12 Eylül referandumunu, hem de 12 Haziran seçimlerini bu politikalara yönelik bir güven oylaması gibi takdim etti. BDP de, hükümetin Kürt meselesine bakışını sert şekilde eleştirdi. Bu yüzden Başbakan Erdoğan aldıkları yüzde 50 oyun hem geçmiş politikalara yönelik bir takdir, hem de geleceğe yönelik AK Parti vizyonuna destek olduğunu söyledi.

Açılım Türkiye programıdır

Hükümet programında diğer konular gibi Açılımla ilgili de ayrıntılara girilmemesi normaldi. Hükümet programı bir iradeyi ve kararlılığı yansıtıyordu. Bu programdan kalkarak yapılacak Eylem Planı ve atanan bakanların hazırlayacakları çalışma takvimi bu kararlılığın somut tezahürlerini ortaya koyacaktır.

Açılım konusunda hükümet programının ve Başbakan’ın ifadelerinin yanı sıra dikkat çekilmesi gereken bir gelişme de Demokratik Açılım çalışmalarının artık İçişleri Bakanlığı değil, Başbakan Yardımcılığı bünyesinde yürütülecek olmasıdır. Başından bu yana ifade edildiği gibi açılımın iki ayağı var, birincisi demokratikleşme, ikincisi terörün son bulması. Terörle mücadele kaçınılmaz şekilde güvenlik perspektifini öne çıkarıyor. Ancak meselenin çok boyutlu yapısı açısından demokratikleşme süreci daha kapsamlı bir çerçeve önümüze koyuyor. Birçok bakanlığı ilgilendiren bu konuların bakanlıklar üstü bir Başbakan Yardımcılığı tarafından koordine edilmesi, sürece olumlu bir katkı yapacaktır.

Önümüzde yeni bir dönem var. Geçmiş dönemden dersler çıkararak farklı bir dinamizmle ve heyecanla sürecin ileri götürülmesi gerekiyor. Yeni anayasa konusu, önümüze tarihi fırsatlar, önemli imkanlar koyuyor. Nasıl yeni anayasa meselesi sadece demokratikleşme değil, ekonomik konularda da Türkiye’nin sıçrama yapabilmesi için önem taşıyorsa; Kürt meselesinin çözüme kavuşturulması da ekonomiden siyasete, toplumsal barıştan uluslararası aktörlüğe kadar birçok konuda büyük bir gereklilik olarak görülebilir.

Çözüm için ortak akıl

Yeni dönemin en önemli parametresi, diyalog ve uzlaşı arayışının kaçınılmazlığıdır. Farklı siyasi partilerin farklı siyasi projeleri olabilir, farklı bakış açıları olabilir. Önyargılar, ezberler, takıntılar olabilir. Demokratik siyasete inanıyorsak, tek yol, samimi diyaloga açık olmak, birlikte ortak aklı üretmeye çalışmaktır. Bu ise daha kucaklayıcı, daha kuşatıcı, daha sağduyulu bir üsluptan geçiyor. Ajite eden, kışkırtan, kutuplaştıran, meydan okuyan siyaset dili bugüne kadar kimseye bir fayda sağlamadı. Aşırılık ve sertlik, marjinallik üretti.

Çözüm süreçlerinde hem sağduyuya, hem serinkanlı bakışa, hem de ılımlılığa ihtiyacımız var. 

BDP’nin, yaşadığı sıkıntıları bahane ederek ürettiği tahrik eden, tahrip eden söylemleri hem kendisini marjinalliğe itti, hem de çözüme yönelik toplumsal desteği azalttı. BDP, HEP’ten bu yana yüzde 6’yı geçemeyen, kendi kitlesini ateşli hale getirip aşırı siyasallaştıran ama kendisi dışındaki kitleyi ise kendi aleyhine sertleştiren bir tutum içinde oldu. Partiler için aldıkları oy kadar, kendisine antipati duyan, kesinlikle desteklemeyeceğini söyleyen kitlenin oranı da önemlidir. BDP ne yüzdesini artırabiliyor, ne de kendisine oy vermeyen ama sempati duyan kitleyi büyütebiliyor. Kendi tabanı da keskinleşiyor, karşısındaki büyük kitle de... Böyle olunca bütün Türkiye toplumunun algısını yönetmek durumunda olan hükümetin işi de zorlaşıyor.

BDP gerçek ve sahici bir aktör olarak sistemin içindeki önemli rolünü oynamalı, sorunun değil, çözümün parçası olma konumunu artık kazanmalı. Meydan okuyan, dayatma ve tehditle yol alan, kendi siyasi projesini mutlak hakikat gibi dayatan bir anlayış gerilim üretmekten öteye geçemiyor. BDP, siyasi hayatımızın önemli bir aktörüdür ve kesinlikle süreçlerden dışlanmamalıdır. BDP’nin siyasi projelerini beğenmeyebiliriz, eleştirebiliriz ama siyasi yarışta olması gerektiğini savunuruz. BDP de diğer partilerin projelerini beğenmeyebilir, eleştirebilir, ancak kendi çözüm projesini dayatmak, tehditler savurmak, terör örgütünün desteğiyle yol yürümek gibi bir yaklaşım içinde olmamalıdır.

BDP artık, tepkisel bir hareket olmak yerine proaktif, ön alan, ön açan, yapıcı katkılar sunan bir anlayışla hareket etmelidir. Hatırlanacağı üzere DTP kapatıldığında BDP’liler Meclis’i terk edeceklerini açıkladılar, Öcalan’ın talimatıyla Meclis çalışmalarına geri döndüler. 12 Haziran’dan sonra Meclis’i boykot kararı aldılar, Öcalan’ın ‘yemin edin’ çağrısı üzerine yeni bir gayretin içine girdiler. BDP, ne KCK’nın, ne Kandil’in, ne de İmralı’nın gölgesinde kalmamalı, etkisizleşmemeli, iradesiz bir görünüm vermemelidir. HEP’ten bu yana BDP çizgisi oy oranını artıramasa bile önemli gelişmeler kaydetmiş, milletvekili sayısını önemli oranda artırmış, Kürt meselesinin gündeme taşınmasıyla oynayacağı rol önemsenen bir parti olmuştur.

Maalesef BDP’nin siyaset tarzı ve üslubu, ‘sorunun parçası olma’ konumundan ‘çözümün parçası olma’ konumuna gelemediğini, yeni dönemin ruhuna göre hareket edemediğini göstermiştir. Aday gösterdikleri kişinin milletvekili olamaması dolayısıyla siyaset hakkının engellendiğini söyleyen ve yeri göğü inleten BDP, PKK tarafından kaçırılan, tehdit edilen, yaşam hakkı elinden alınan insanlar için hiçbir duyarlılık yansıtamamaktadır. Oğlu dağa kaldırılıp şantajla istifa ettirilen belediye başkanının siyaset hakkı veya caddede gezerken patlayan bombayla yaşamını yitiren insanın yaşam hakkı BDP’liler için önem taşımamakta mıdır? Şu anda BDP için ‘PKK’nın ve Öcalan’ın vesayetinden kurtulmalı’ gibi bir söylem bile bir anlam taşımamaktadır. Çünkü BDP doğru yapan olsa, çağrılar yanlışı dayatsa böyle bir söylem anlam taşıyabilirdi. Son dönemde BDP’nin makulden uzaklaşan taraf olduğunu görüyoruz ve maalesef BDP yumuşamak, makule gelmek için ciddi uyarılar almak zorunda kalıyor. Bence BDP kendi ayakları üzerinde durabilmeli, kendi aklıyla doğru çizgide yürüyebilmelidir. BDP kendisine hiç değilse eleştiren rakiplerinin verdiği önemi verebilmelidir. Sürekli hükümete ‘sorumluluk çağrısı’ yapan BDP, öncelikle kendi sorumluluğunu müdrik olmalı, kendisine yeni dönemde önemli bir rol biçmelidir.

Demokratik Açılım sürecinde tüm aktörler diyalog içinde olmalıdır. Artık Kürt meselesi diyebilen CHP de, Kürtçe konuşan kardeşlerimiz diyebilen MHP de, söyleyecek sözü olan tüm sivil unsurlar da süreçte diyalogun parçası olmalıdır.  Bu meselede AK Parti ile BDP’nin diyalogu önemli görülebilir, ancak çözüm süreci, tüm aktörlerin diyalogunu gerekli kılar. Murat Karayılan Hasan Cemal’le röportajında ‘bu iki siyasi hareket birbirine sırtını dönerse barışın yolu açılamaz’ diyor. Bence sadece bu iki siyasi hareketin diyalogu da çözümü getirmez. Sistem içindeki muhalif, muarız, nötr, taraftar tüm aktörler önemsenmelidir. Her zaman vurguladığımız gibi çözüm, Türkiye toplumunun kabullenebileceği, herkesin içine sinen bir anlayışa dayanmalıdır. BDP Muğla’daki, İzmir’deki, Trabzon’daki insanı düşünerek söylem üretmezse, toplumsal algıyı yönetmek, çözüme yönelik toplumsal desteği artırmak mümkün olamaz. BDP, MHP ile karşılıklı kutuplaşmayla süreci germeye devam ederse Türkiye kaybetmeye, sorun derinleşmeye devam eder.

Yeni dönemde partiler siyasi hesaplarla, oy kaygılarıyla değil, daha üst bir sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. ‘Kime yarar’, ‘kim kazanır’, ‘kim ne kaybeder’ gibi politik hesaplar Türkiye’nin umumi menfaatine bugüne kadar zarar vermiş, statükonun çözümsüzlük değirmenine su taşımıştır.

AK Parti yeni döneme siyasi kararlılık ifade ederek, kapılarını ardına kadar açarak başlamıştır. Yeni anayasa konusu, önümüze tarihi bir fırsat koymaktadır. Açılım sürecine bugüne kadar destek vermeyen BDP ve CHP’nin daha yapıcı tutum takınmaları, can yakıcı bir sorunu önemli oranda hafifletecektir. PKK’nın bu süreci sabote edecek saldırılardan, terör eylemlerinden, adam kaçırmalardan uzak durması önem taşımaktadır. Sürekli nasihat alarak yönünü düzelten BDP’nin asıl kendisi terör örgütüne yönelik uyarılarda, pozitif çağrılarda bulunmalıdır. BDP’nin sert ve hırçın söylemleri nasıl kamuoyunu provoke ediyorsa, PKK’nın kanlı eylemleri de süreci germekte, süreçleri sabote etmektedir. PKK otuz yıldır terör ve tehditle hiçbir hedefine ulaşamamıştır, BDP’nin de dayatma ve şantajla ulaşabileceği bir siyasi hedef yoktur.

Star, 18.07.2011


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.