Dünya

 Dünya'dan Başlıklar 

 Dünya > Dünya'dan Başlıklar > 14 Mayıs'a ertelendi

14 Mayıs'a ertelendi

Almanya'da 8'i Türk 10 kişinin ırkçı terör örgütü NSU tarafından öldürülmesiyle ilgili dava başladı. İlk duruşmada baş sanık Zschäpe'nin redd-î hâkim talebinde bulunması nedeniyle dava 14 Mayıs'a ertelendi.

Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşması redd-î hâkim talebi ile başladı. Almanya'da 2000-2007 yılları arasında sekizi Türk, biri Yunan ve bir Alman polisinin ölümünden sorumlu tutulan Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı terör hücresiyle ilgili davanın baş sanığı Beate Zschäpe, avukatları aracılığıyla redd-î hâkim talebinde bulundu.

Zschäpe'nin avukatları, savunma avukatlarının mahkemeye girerken üzerinin aranması, ancak savcılık, polis ve yargı mensuplarının bu uygulamadan muaf tutulması yönünde talimatı veren Mahkeme Başkanı Manfred Götzl'ün bağımsızlığını kaybettiğini öne sürdü. Mahkeme Başkanı Götzl, bu konuda nihaî kararın daha sonra verileceğini belirterek talebin geçici olarak reddedildiğini duyurdu. Dava da bu nedenle 14 Mayıs'a ertelendi. Kararla birlikte salı ve çarşamba günü yapılması planlanan duruşmalar iptal edilmiş oldu.

Almanya'daki Ceza Kanunu uyarınca, redd-î hâkim talebi söz konusu olduğunda talebin incelenerek nihaî kararın bir sonraki duruşmaya kadar verilmesi gerekiyor.

Baş sanık Beate Zschäpe duruşma salonuna kelepçesiz getirildi. Rahat tavırlar içerisinde olduğu gözlenen Zchaepe'nin duruşma salonunda bulunanlara sırtını döndü. Avukatlarının verdiği bilgilere göre, Zchaepe mahkeme süresince susma hakkını kullanacak.

‘Katılım yeterli değildi'

Sıkı güvenlik önlemleri eşliğinde başlayan ilk duruşma sırasında, mahkeme binasının çevresinde de NSU örgütü ve aşırı sağcı terör çeşitli gruplar tarafından protesto edildi. Türk dernek ve örgütleri de protesto gösterilerinde yer aldı.

Mahkeme önünde bulunan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Sekreter Vekili ve Dinler Arası Çalışma Grubu Sorumlusu Bekir Alboğa, Deutsche Welle'ye açıklamasında, “Üzüntülerimi ifade etmek istiyorum. Katılımcıların, davayı takip edenlerin sayısı çok düşük. Köln, Münih civarında 10 binlerce Müslüman, Türk yaşamasına rağmen bu tarihi en acı mahkemeye gösterilen ilgi çok düşüktü. Bu biraz üzdü ve hayal kırıklığına uğrattı” sözleriyle Türk kamuoyunun davaya olan ilgisinin yeterli düzeyde olmadığı eleştirisinde bulundu.

Irkçı terör hücresi Nasyonal Sosyalist Yeraltı'nın hayatta kalan tek üyesi olduğu öne sürülen Beate Zschäpe ile örgüte yardım etmekle suçlanan dört kişinin yargılandığı davanın en az iki yıl sürmesi bekleniyor. Davanın, haftada üç gün yapılacak duruşmalarla devam etmesi öngörülüyor.

dw.de, 06.05.2013

'Almanya'da entrikalarla çevrili bir neo-Nazi davası'

Almanya'da 2. Dünya Savaşı sonrası en büyük davalardan biri neo-Nazi çetesi iddiası üzerinde yoğunlaşıyor.

Polis dosyası için hazırlanan videoda Beate Zschaepe'nin güzel yüzünde hafif bir gülümseme var.

Teslim olduktan sonra olay yerinde yapılan tatbikata giderken giydiği pembe giysileri ve çocuksu bir masumiyet taşıyan yüzüyle, bir sineği bile incitmeyecek genç bir kadın havası var.

Ama bu gerçekten masum bir yüz mü, yoksa 10 masum insanın ölümündeki sorumluluğunu saklayan bir insanın aldatıcı yüzü mü?

Savcılar Beate Zschaepe'yi Almanya'nın en tehlikeli neo-Nazisi olarak adlandırıyor. Biri hariç hepsi Türk kökenli dokuz erkeğin ve bir kadın polis memurunun öldürülmesine yardımcı olmakla suçlanıyor.

Beate ayrıca 28 cinayete teşebbüs, teröri örgütü üyeliği, soygun ve kundaklama ile de suçlanıyor.

Kundaklama olayı, 8 Kasım 2011'de polise teslim olmadan önce kendisinin başlattığını iddia ettiği olay.

Beate, eski Doğu Almanya'nın Jena bölgesinde Uwe Boehnhardt ve Uwe Mundlos adlı iki erkekle aynı apartman dairesinde kalıyordu.

Kasım başlarında evde silahla vurulmuş halde bulundular. Bu, başarısız bir banka soygununun ardından gelen çifte intihar olarak görülüyordu.

Bu olayın ardından, 10 kişinin öldürülmesinde kullanılan silah bulundu. Böylece esrarengiz bir olay çözülürken bir başkası başlıyordu: Bu kadar uzun süre kaçmayı nasıl başardılar?

Böylece Almanya'da bir tartışma başladı: Acaba polis ve güvenlik görevlilerinin "sağ gözleri kör müydü" de bu sağcı terörizmi görmediler ya da gördüler de sempati duyup harekete geçmediler?

Ailelerin acısı

İlk cinayet 9 Eylül 2000'de Nuremberg yakınlarında bir standda işlendi.

Silahlı iki kişi bir çiçekçinin yüzüne ateş açtı.

Enver Şimşek'e sekiz el ateş açıldı, altısı isabet etti. İki gün sonra hastanede öldü. Kullanılan silahlardan biri Çek yapımı bir silahtı, 11 yıl bir aradan sonra Beate'nin teslim olmasıyla bulunan silah.

Benzer cinayetler altı yıl boyunca devam etti. Biri hariç, kurbanların hepsi Türk'tü.

Theodoros Boulgarides adlı anahtarcının da muhtemelen Türk olduğu düşünülmüştü.

En son cinayet ise 25 Nisan 2007'de kadın polis memurunun vurulması oldu.

Beate hariç kimse bu cinayetin maksadını bilmiyordu. Bu cinayetin belki kişisel bir husumet yüzünden, belki de silah ele geçirmek amacıyla işlenmiş olabileceği düşünülüyordu.

Çifte intihar ve Beate'nin teslim olmasının ardından, cinayetlerle böbürlenen korkunç bir video ortaya çıktı. Kimileri bunu Beate'nin gönderdiğini düşünüyor. Videoda Pembe Panter müziği eşliğinde kurbanların cesetleri gösteriliyor ve cinayetlerin arkasındaki "örgüt" açıklanıyordu: Nasyonal Sosyalist Yeraltı.

Polis daha önce cinayetlerin Türk mafyası tarafından işlendiğini düşünüyordu. Bu nedenle kurbanların aileleri acılarına rağmen sorgulamaya tabi tutuluyor ve potansiyel suçlu görülüyordu. Oğlunun öldürüldüğü alanı temizleyen bir anne bile şüpheleri üzerine çekmişti.

Ailelerden birini temsil eden avukatlardan Mehmet Daimagüler, "Almanya'da yeraltında fazla yaşayamazsınız; destek aldığınız insanlar olması lazım; ben de bu grubu kimlerin desteklediğini bilmek istiyorum" diyor.
Bu avukat aslında Münih'teki dava ile ilgili hoşnutsuzlukları dillendiriyor. Bu davanın bir kadına yöneltilmiş birkaç suçlamadan öte bir şey olduğu düşünülüyor.
'Çok sayıda yetkili kurum'
Güvenlik yetkililerinin başarısızlığı konusu gündeme getiriliyor. Neo-Nazi üçlünün 20 yıl önce Jena'daki radikal sağcı gösterilere katıldıkları biliniyor. Bu üçlü 1998'de, yetkililer tarafından fark edildiklerini anladıkları anda, gözden kaybolarak yeraltına çekilip cinayet hücresini kurdu.
Yetkililer, bu grupla ilgili soruşturmalara yönelik tıklayın bazı belgelerin imha edildiğini kabul etti. O zaman şu sorular sorulmaya başlandı: İhbarcılar bu grubun eylemlerini yetkililere bildirdi mi, bildirdiyse cinayetler neden engellenmedi?
Yetkililer ise Almanya'da güvenlik konusunda ulusal ve yerel çapta, polis ve gizli servis biçiminde olmak üzere çok sayıda kurumun sorumlu olduğunu ifade ediyor.
Ayrıca cinayetler de zaman ve mekân bakımından aralıklı işlenmiş. Bazen katiller birkaç hafta içinde üst üste saldırırken bazen aradan aylar geçmiş.
Bugün bile kurbanların seçimi konusunda bir bilgi yok. Hepsi de Almanya'nın değişik bölgelerinde yaşayan terzi, çiçekçi, internet kafe işletmecisi, kebapçı gibi küçük işletmelerde çalışan erkeklerdi.
'Bir daha asla'

Almanya'nın önde gelen araştırmacı yazarlarından John Goetz bu davayla ilgili bir kitap yazdı. Bu olayların komplodan ziyade karmaşa olduğu sonucuna vardı.
Goetz, "Güvenlik güçlerinin büyük başarısızlığı sözkonusu, ama bunun nedeni Nazi sempatisi değil, tıklayın yeteneksizlik ve beceriksizliktir" diyor.
Soruşturma dosyalarının imhasını ise güvenlik güçlerini bu yeteneksizlik suçlamalarının getireceği utançtan koruma amacıyla yapıldığını düşünüyor.
Almanya'da bir meclis soruşturmasının başında yer alan Sebastian Edathy de aynı yönde düşünüyor. Ama sağın işlediği cinayetlere karşı bir göz yumma olduğunu, sözkonusu olan Türk kurbanlar olunca polisin Türk kriminallerden şüphelendiğini ifade ediyor.
Edathy, Alman meclisi Bundestag'ın, dini ya da etnik azınlıklardan bir kurban sözkonusu olduğunda polisin bu ciddi suçlarda muhtemel bir siyasi bağlantı olup olmadığını araştırmasını zorunlu kılan yeni bir yasa zerinde çalıştığını belirtiyor ve ekliyor:
"Almanya'da sağ radikalizm bir daha asla göz ardı edilmemelidir."

BBCTurkish.com, 06.05.2013

Neo-Nazi davası için Türk medyası Münih'te
Almanya'da 8 Türk ve bir Yunan ile bir Alman polisini öldüren Neo-Nazi grubundan bir kişiyle, örgüte yardım ve yataklık yaptıkları iddia edilen 4 sanığın yargılandığı davada Alman adaletinin yanında Alman ve Türk medyası da zorlu bir sınav verecek...

Almanya'da sekiz Türk ve bir Yunan ile bir Alman polisini öldüren ‘underground’ Neo-Nazi grubundan bir kişiyle, örgüte yardım ve yataklık yaptıkları iddia edilen 4 sanığın yargılandığı dava hakkında tartışmalar sürüyor. BBC Türkçe sitesinde konuya ilgili bir makalesi yayınlanan Ayça Tolun, en baştan beri Türk ve Alman medyasının olaya bakışını eleştirerek, “Sadece Alman adaletinin değil, Alman ve Türk medyasının da zorlu bir sınav vereceğini” yazdı...

Tolun’un yazısı şöyle…


Almanya'da “yüz yılın davası” olarak nitelenen ve sekiz Türk, bir Yunan ve bir Alman polisi seri cinayet edasıyla katleden Neo-Nazi grubundan bir kişiyle, örgüte yardım ve yataklık yaptıkları iddia edilen 4 sanığın yargılandığı davayla ilgili olarak bugünlerde sadece Alman adaleti değil, Alman ve Türk medyası da zorlu bir sınav verecek.

İkisi intihar eden 3 kişilik Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü'nün (NSU), 2000-2007 arasında işlediği cinayetleri Türk medyası da Alman makamları ve medyası gibi 'dönerci cinayetleri' olarak lanse etmişti. Türk medyası, ne zaman Alman medyasında bu olaylarla ilgili sansasyonel bir haber çıktıysa, o haberi bire bir kullanmakla yetindi.

Oysa eşlerini, babalarını, ağabeylerini, kardeşlerini kaybeden maktul yakınları, kayıpları yetmiyormuş gibi, yıllarca zan altında kalmışlardı.

Her biri Almanya'da küçük esnaf olan maktüllerin cinayete kurban gitmesi, olsa olsa Türkiye asıllı göçmenler arasında mafya, uyuşturucu veya fuhuş bağlantılı hesaplaşmaların sonucu olabilirdi.

Yetkililer ve medya maktül yakınlarını mağdur etti

Nitekim Alman polisi 10 yıl boyunca bu yönde iz sürmekte direndi ve maktul ailelerini bir kez daha mağdur etti.

Alman medyası da ayni 'izleri' sürmekten geri kalmadı. Ama bunlardan daha kötüsü - en azından acılı aileler için - Türk medyasının da aynı şekilde davranması oldu.

Cinayetler Türkiye'de zaten pek bilinmiyordu.

Arada bir çıkan haberlerdeyse, "döner cinayetlerine kurban giden 8 Türk"ten bahsediliyordu.

Böyle haberlerin devamında, hepsi küçük esnaf olan maktullerin, büyük bir ihtimalle mafya, fuhuş, haraç ya da uyuşturucu ticaretiyle ilgili bir hesaplaşmaya kurban gittikleri" belirtiliyordu.

Acılı aileler için bir de, durumun böyle olmadığını Türkiye'deki eşe dosta anlatma sorunu vardı.

İlk haftadan sonra kimler izleyecek?

Türkiye medyası şimdiye dek pek de iyi bir sınav veremedi. Bundan sonra nasıl olacak, o da belli değil.

Duruşma salonundaki basın tribününde Türkiye'den, isimleri tıklayın kurayla belirlenen beş medya kuruluşu temsilcisi var.

Dışarıdaysa, duruşma salonunda yer alamayan ama haber peşinde koşan, Türkiye'den bir dizi televizyon kanalı hazır bekliyor.

Alman medyası da konuyu çok daha fazla ciddiye alıyor ve artık resmi mercilerin lafına güvenmeyip konuyu kendi olanaklarıyla araştırmaya başlamış durumda.

Bu nedenle, Alman medyasının haberlerini kullanacak Türk medyası için de durum bu defa daha sağlam...

Ancak dava en az iki buçuk yıl sürecek. Yaz ortasındaki bir mola hariç, duruşmalar iki buçuk yıl boyunca, her ayın üç haftasında, üçer gün boyunca yapılacak.

Buradaki Türk medya mensupları şimdiden, ilk haftadan sonra duruşmaları takip edemeyeceklerini, ancak sansasyonel bir şey olursa duruşma salonuna döneceklerini dile getiriyor.

Davayı izleyen Alman medyasının önemli bir bölümü de aynı şekilde, duruşmaları 3-5 haftadan sonra izlememeye başlayacak. Ne zaman bir skandal patlarsa o zaman duruşma salonuna dönecekler.

Diğer yandan, hem Almanya'da çok güçlü olan kamu radyo ve televizyon kurumları, hem de yaygın ve saygın olarak nitelenen yüksek tirajlı gazeteler davayı günü gününe takip etmeyi sürdürecekler. 


BABASI ÖLDÜRÜLEN SEMİYA ŞİMŞEK: BUGÜNÜ YILLARCA BEKLEDİM Bu arada, 2000-2007 yılları arasında öldürülen 8 Türk arasında ilk sırada yer alan NSU teröristlerinin ilk kurbanı, çiçekçi dükkanı sahibi Enver Şimşek’in kızı Semiya Şimşek, 13 yıldır bu günü beklediğini söyledi.

Çiçekçi dükkanı bulunan Enver Şimşek, NSU tarafından işlenen seri cinayetlerin ilk kurbanı oldu. 11 Eylül 2000 tarihinde öldürülen Enver Şimşek’in ardından aynı kentte 2001 yılında terzi Abdürrahim Özüdoğru ve 2005'te ise büfeci İsmail Yaşar öldürüldü. Deutsche Welle, aşırı sağcı terör hücresinin ilk kurbanı Enver Şimşek'in ailesi cinayet sonrasında birçok sıkıntıyla yüz yüze kaldığını, 13 yıl önce babası öldürüldüğünde 14 yaşında olan Semiya Şimşek’in günümüzde acı anılarını "Acı Vatan" adlı kitabında topladığını aktardı. Semiya Şimşek, babasının polis tarafından önce mafya üyesi, daha sonra PKK mensubu olmakla suçlandığını yazdı. Semiya Şimşek, Batı Alman Radyo- Televizyon Kurumu'na (WDR) “Almanya'ya güvenim kırıldı“ dedikten sonra, “İçimde taşıdığım pek çok soru var. Neden benim babam? Tesadüf müydü? Öldürecekleri insanları hangi kıstaslara göre seçiyorlardı?” sorularına mahkemenin yanıt bulmasını istedi.

Semiya Şimşek, kurban ailelerinin cinayetler sonrası hangi gerekçelerle güvenlik birimleri tarafından zan altında bırakıldığı sorusunun da açıklığa kavuşmasını beklediğini ifade ederken, cinayetlerin soruşturulurken Türkiye’den yeterince destek bulamamaktan yakındı.

Semiya Şimşek, bugün görülecek olan dava için erken saatlerde mahkeme salonuna geldi.
 

Radikal, 06.05.2013


 


Bu bölümdeki diğer içerikler için tıklayınız.